
Gülşen Tuğba Doğru
Hayata geliş amacımız sürpriz beklemek değil... Ünlü ressam Leopold Levy’nin dediği gibi; ‘Hayat yaşanmak içindir, beklemek için değil’... Bekliyoruz ve biz beklerken vapur çoktan almış yolcularını uzaklaşıyor iskeleden haberimiz yok.
Şu sıralar hangi dost ile hasbihal etmeye kalksam, içleniyor, hüzünlerden sabıkası olan rüzgârlardan derin bir nefes çekiyor sinesine ve ‘çok sıkılıyorum, ne kadar monoton bir hayatım var, değişen hiçbir şey yok’ gibi karamsarlık dolu cümleler dökülüyor dudaklarından. Bir araya geldiğimizde ise sürekli sıkılgan tavırlar, alıp başını uzaklara gitmek istemeler, hayatına son vermeye kalkışmalar... Tamam biliyorum sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz ama, emanete de ‘canımız’ gibi bakmamız farz kılınmış...
Geçen gün bir arkadaşım bana yolladığı mesajda şunu soruyordu: ‘Yok mu hayatında bir değişiklik?’. ‘Evet, var’ dedim. ‘Bugün düne nazaran birkaç sayfa fazla kitap okudum, bir de sabah namazına kalktım. En önemli değişim buydu’ dedim. Şaşırdı. ‘Hmmm bu mu?’ gibi soğuk bir cümle kurdu ve o günden bu yana bana bir daha mesaj atmadı. Sıkıcı geldi galiba ona benim değişim anlayışım...
Güzel gelişmeleri bir kenara atalım; olumsuz manada bir değişikliğin olmaması yeterince büyük bir gelişme değil mi? Hayatımızı tekdüzeleştiren nedir? Şöyle mi sormalıyım; hayatımızda olması gereken asıl değişim nedir? ‘Bir günü önceki ile aynı geçen ziyandadır’ diyen Peygamberin ümmetiyiz oysa...
Ne istiyor Efendimiz bizden? Kendimize bir hobi edinmemiz gerektiğinden bahsetmiyor herhalde. Okulda ‘ortam’ yapıp popülaritemizi artırmamız gerektiğini söylemiyor sanırım. ‘Trend’ kitapları takip edip, vizyondaki her yeni filmi seyretmemizi öğütlemiyor. Tiyatrolarda, kafelerde, sinemalarda gezinip sözde ‘sosyal’ tipler olmamızı istemiyor...
Ne anlatıyor peki? Hayatımıza bir rot-balans ayarı çekmemiz gerektiğini yüzlerimize bir tokat gibi vuruyor olabilir mi...? Yahut ibadetlerimizle daha fazla hemhal olmamızı, daha aktif hizmet etmemizi mi öğütlüyor... Can sıkıntısı nöbetlerinde hatırlamamız gereken yegâne varlık ve emsalsiz bir mekân olduğundan mı bahsediyor yoksa...
Ne bekliyoruz o hâlde? Alışveriş yaptığımız mağazadan çıkarken hayatımızın aşkı ile çarpışmayı mı? Biz sıcak yataklarımızda mışıl mışıl uyurken işimizde birdenbire terfi haberi almayı mı? Hiç hesapta yokken bir yerlerden uzak ülkelere iki kişilik seyahat bileti kazanmayı mı? Yoksa evde canımızın suyunu çıkarırken odalardan birinin kapısının Alice harikalar diyarına açılmasını mı? Yok efendim, hayat filmlerdeki gibi sürprizlerle dolu değil. Hayata geliş amacımız sürpriz beklemek değil... Ünlü ressam Leopold Levy’nin dediği gibi; ‘Hayat yaşanmak içindir, beklemek için değil’... Bekliyoruz ve biz beklerken vapur çoktan almış yolcularını uzaklaşıyor iskeleden haberimiz yok. Hayatın zirvesinde olmaya çalışırken hayattan soyutlandığımızın farkında değiliz. Sallanan sandalyesinde ölümünü bekleyen günahkar bir ihtiyar olmak istemiyorsak; her gece düşlerimizde entrika kurgulamak yerine entrikanın içine balıklama dalmalıyız. Gelen ömür. Giden de...
Bırakalım değişmesin hayatlarımız, biz değişelim. Arayalım bir dostu ‘seni Allah için seviyorum’ diyelim. Yolda yürürken elindeki kuru ekmeğe tamah etmiş bir çocuğa tebessüm edelim. Martıların şuh çığlıklarına karıştıralım ifrit çıkaran seslerimizi, istiğfar ile paklayalım leke bulaşmış ağızlarımızı... Aşk şarabı ile gusüllenelim tüm kirlenmişliklerden... Secdede beynimizi, kalbimizi, ruhumuzu yalnızca Yaratan tavaf eylesin.. Feragat edelim cümle masivadan... Gayemiz yaşatmak, icraatımız yaşarken tebliğ olsun...
Ellerimizle süpürelim içimizdeki kalabalıkları ve dışarıdaki kalabalığa karışalım. Silelim tüm monotonlukları beynimizden, insan olmakla yaşayalım heyecanı, abd (kul) olma yollarında yaşayalım atraksiyonları... Deneyelim ve şahadet edelim; halen canımız sıkılıyor mu?...