
Ayşe Büşra Aydemir
Tahrip gücü yüksek moda bombardımanıyla beraber bilinçaltındaki kompleksler boyundan aşağısı felç olan bir tesettüre bürüdü anne ve kızları. Şimdilerde kızlarıyla yarışırcasına giyinen anneleri gördükçe mukayese etmekten kendimi alamıyorum.
Bir zamanlar hayat bilgisi kitaplarındaki gibi bir fotoğrafa sahip olmak için yapmanız gereken tek şey, hayatın akışında sürüklenirken birinin o ânı ölümsüzleştirmesiydi. O kareye üstünde kestane pişen bir soba, babaannenin yün yumağıyla oynayan tekir bir kedi ve mutlu bir aile tablosundan başka mutlaka başköşedeki dikiş makinesi de girerdi. Yapbozun bu son parçası nasıl bir hayat sürdüğümüze dair ipuçları vermesi açısından oldukça önemliydi. Öyle ki dikiş makinesi olan hemen her evde daha bir çocuk doğmadan onun dünya hayatı şekillenmeye başlar, anneler evlatlarının dış dünyasıyla doğru orantılı olarak iç dünyasını da tanzim etmeye başlarlardı.
Başta bayramlıklar olmak üzere müsamere kıyafetleri, okul önlükleri ve daha bir sürü şey… İmam Hatip’in orta kısmına başlayan ablamın ilk pardösüsünü de o makinelerden birinde dikmişti annem. O zamanların başörtüleri Türk sinemalarındaki artistlerin üstü açık bir arabada giderken rüzgârla beraber başlarından uçup giden ’’ İtalyan style’’ mendillerden çok farklıydı. Metrelik ipek kumaşlar kenarları dikiş makinelerinde kıvrılmasıyla başörtüsü hâlini alırdı. Annelerimizin makinelerinden çıkan 90’ların nur topu imajı ile başörtüsünü yasaklayan tabelalardaki tesettür anlayışı birebir örtüşüyor , adeta Nisa Sûre’sini referans alıyordu.
Dikiş makinelerinin pedalları geleceğe doğru çevrilirken zamanla algılarımız üzerinde oynanan satranç oyununu kaybettik. -Evinin hanımı, çocuklarının anası olmak herkese biraz bayağı geliyorsa kaybetmişizdir- Bu sırada dikiş makineleri de üstlerinde nakışlı örtüleriyle birer televizyon sehpası olup çıkıverdi. Çok geçmeden Anadolu insanının tabiriyle ‘’ iki laf bir büyü’’ yerine geçmeye başladı. Moda ve marka gardıroplarımızda iktidar oluyordu. Hem zaten annelerimiz bir elbiseyi dikene kadar modası çoktan geçiyor, biz o kıyafetlerle birçok yerin kapısından geçemiyorduk.
Bir otobüs yolculuğu sırasında 5 yaşındaki bir çocuğun, badisini çekiştiren bir kıza ‘’Abla annen seni iyi giydirememiş sırtın açılıyor ’’ ikazı, yine aynı yaşlarda bir kız çocuğunun niçin askılı tişört giyemeyeceğini annesine izahı, annelerimizin dikiş makineleriyle bizlere ne gibi roller biçip diktiğini bir kez daha gözlerimin önüne seriverdi. Böylece artık bizi annelerimizin değil de televizyonların giydirmeye(!) başladığını iyice kavradım.
Tahrip gücü yüksek moda bombardımanıyla beraber bilinçaltındaki kompleksler boyundan aşağısı felç olan bir tesettüre bürüdü anne ve kızları. Şimdilerde kızlarıyla yarışırcasına giyinen anneleri gördükçe mukayese etmekten kendimi alamıyorum. Zamanında olduğundan belki yirmi yaş büyük gösteren kıyafetler giyen ablaları hatırlıyor, o manevi olgunluk kaynağı annelerine geçmişe dönük tebrik kartları yollamak istiyorum. Ve bir masal anlatmak istiyorum; caddelerde, üniversitelerde, televizyonlarda, dergilerde, gazetelerde, podyumlarda ‘’oh ne Âlâ memleket’’ havaları estirenlere…
Anlatıla geldiği üzere masalın birinde iki terzi, krala diktikleri giysiyi yalnızca akıllı insanların görebileceğini söyleyerek onu kandırırlar. Aslında ortada dikişmiş herhangi bir giysi yoktur. Kralı görenler akılsız durumuna düşmemek için onun çıplak olduğunu söylemez, aksine ‘’olmayan giysiye’’ övgüler yağdırırlar. Masal bu ya kral da akıllılık adına inanır giyinik olduğuna. Kimse kralın çıplak olduğunu söyleyemez bir çocuktan başka!
Böyle şeyler yalnızca masallarda olur demek isterdim ama maalesef masalsı ironik hayatlar yaşıyoruz!
Amaçlarla araçların şerit değiştirdiği bir toplumda ‘’BEN de varım!’’ idmanlı kimselerin cümle içinde kullandıkları ‘’modern, bakımlı, özgür, tarz, rahat, uyumlu, şık’’ gibi kelimeler yoldan çıkarıyor bizi. Kendi söküğünü dikmekten aciz terzilerin bize biçtiği kıyafetlerin içine girip, insanlığın kapsama alanından çıkıveriyoruz. Nefis yorumlar almak uğruna nefsini yoran, Allah rızası için giyinmekten bi haber olup nefsi için soyunanların arasına katıldıkça birileri, Nisa Sûresi’ni üzerlerinde taşıyanların sayısı azalıyor. Hâl böyleyken nefsin kuyusunu kazan bu tuzaklara düştükten sonra kırk akıllı çıkaramıyor insan içine sizi.
O hâlde unuttuğumuz şeyleri hatırlatmanın vaktidir. Tesettür gözlerin harama kepenk indirmesidir. Allah Teâlâ ile yaptığı ticarette yolsuzluk yapmaya kalkan olursa kaybedenlerden olacaktır. Kaybedenlerden olmamak, ömür boyu bir çocuğun safiyetini yakalamak adına nefes alıp verirsek eğer, nefis elbette kendinde bâtıla karşı hakkı savunma gücünü bulacaktır.