
Beğendiğimiz bir yazarı, şairi, sanatçıyı takdir etmek pek aklımıza gelmez. Nasıl olsa biliyordur, yahut benim fikirlerimin ne önemi vardır diye bir düşünceye bürünürüz.
Newton’un hareket prensiplerini bilen okuyucularımız vardır. Üçüncüsünde der ki “Herhangi bir etkiye karşı her zaman bir tepki vardır.” Aslında çok basit görünüyor. Mesela hareket eden bir cismi durdurmak için, onun hareket yönünün tersinde ve ona eşit bir kuvvet uygulamak zorundasınız.
Bir fizik sitesinde bakın ne diyor : Doğadaki bütün gerçek kuvvetler çevreyle etkileşme sonucu çıkarlar. Bir cisim diğer bir cisme bir kuvvet etki ettirdiğinde, diğer cisim de bu cisme bir kuvvet etkiler. Buna ek olarak bu kuvvetlerin değerleri eş, kuvvetleri zıttır. Bu durumda, yalıtılmış tek bir kuvvetten söz edilemez. İki cisim arasındaki etkileşime de bu kuvvetlerden birine «etki» diğerine «tepki» kuvveti denir. Başka bir deyimle, kuvvetlerden birisi «etki» olarak alınırsa, diğeri birinciye karşı «tepki» olarak alınır.
İşte yazının burasında fizik sevmez okuyucuları kaçırmış olabiliriz. Zor bir derstir fizik, seveni azdır. Fakat aslında bir o kadar da eğlencelidir. Mesela bu etki-tepki olayı. Aslında maksadımız tabi ki fizik deryasında kulaç atmak değil. Başımdan geçen bir hadise bu kanunu hatırlattı bana.
Geçen günlerde bir grup öğrenci ile aynı mekanda bulundum. Toplu yapılan bir görüşme değildi. Tevafuken aynı ortamda bulunduk diyebiliriz.
Bir arkadaşla selamlaşırken, onun yanına iki talebesi geldi. Adımın Rabia olduğunu biliyorlarmış fakat o Rabia ben miyim diye hocalarına soruyorlar. Hocaları evet deyince iki gençte bir heyecan! Meğer az önce Genç dergideki yazılarımdan birini okumuşlar birlikte. Çok beğenmişler ve kendilerine güzel bir fon bulup yazıyı sesli olarak tekrar okumuşlar. Seslerini de kayda almışlar. Sanırım bir radyo programında yazı okur gibi… Ben de şaşırdım açıkçası. Hangi yazı olduğunu sordum. “Sen bu yazıyı okuduğunda..” diye başlayan yazım olduğunu söylediler. Teşekkür ettim, onları dinledim ve bir iki dakika geçmeden oradan ayrıldım. Aslında böyle zamanlarda gayet utangaç, sıkılgan oluyor insan.
Yazı yazmak bazen büyük bir ummana, şişe içinde mesaj bırakmak gibidir diye düşünüyorum. O şişeyi kimlerin bulacağını, kimlerin hiç umursamayacağını, kimlerin o şişedeki mesajı okuyacağını, okuyanlardan kaçının sizinle aynı duyguları hissedeceğini bilmiyorsunuz. Evet aslında hareketiniz bir etki olarak kainattaki yerini alıyor fakat tepkilerin hepsini görmek, bilebilmek mümkün mü?
Bizim toplumumuzda iseniz biraz daha zor. Beğendiğimiz bir yazarı, şairi, sanatçıyı takdir etmek pek aklımıza gelmez. Nasıl olsa biliyordur, yahut benim fikirlerimin ne önemi vardır diye bir düşünceye bürünürüz.
Rasim Özdenören beyin ikiz kardeşi Alaaddin Özdenören rahmetli oldu, bilirsiniz. Vefatından sonra Rasim bey bir yazı yazmıştı (yazıyı bulamadım fakat karşılaşırsam sözüm olsun, buradan bildireyim). Alaaddin Özdenören hatıralarında bahsediyor ki, yayınlanan bir kitabı hakkında olumlu sözler duymadığı, bir tepki almadığı için üzülüyor. Halbuki diyor Rasim Özdenören, kitabını beğenmiştim fakat söyleme gereği duymamıştım. Çünkü farkındadır diye düşünmüş. Artık vefat etmiş ikizine şimdi, o kitabı beğendiğini nasıl söyleyebilirdi ki?
Sadece bir yazıyı, edebi ürünü takdir yahut tenkit etmekte saklı değil bu etki-tepki prensibi. Gördüğü güzellikleri es geçen insan, şahit olduğu haksızlık karşısında acaba yeterli müdahalede bulunabilir mi?
Hani “prensipli” dediğimiz ve biraz kendilerinden çekindiğimiz insanlar vardır. Biraz daha geriden baktığımızda görürüz ki, bu insanlar etkiler karşısında, usulüne göre tepkilerini belli eden insanlar değil midir?
O iki genç kızla karşılaşmasaydım, onların hislerini öğrenmem sanırım imkansız olurdu. Beğenenler kadar eleştirenler, eksik görenler de olabilir normal olarak. Fakat bana yahut okuduğunuz diğer yazarlara bildirmezseniz nasıl haberimiz olacak?
Hani bazen, radyo programlarına canlı telefon bağlantısı alınır. Dinleyici der ki, ben sizin sessiz takipçilerinizdenim, beş senedir sizi dinliyorum fakat ilk defa arıyorum. O ilk aramayı hepimiz yapsak, acaba ne değişirdi?
*Newton’un kedisine gelince… Henüz bu konuda bir bilgiye ulaşmış değiliz. Newton hayvanları sever miydi, bir kedi besledi mi bilmiyoruz. Bir bilim tarihçisi bizi aydınlatsa ne güzel olurdu.