Görüyorsunuz, bizim nehrimiz belâgatten, onların(batının) nehri retorikten akıyor. Öyleyse ne diye işyerlerimizde, bürolarımızda, konferans salonlarımızda, holdinglerimizde, bankalarımızda insanlara sürekli ikna edici ve etkileyici konuşmalarını telkin edip duruşumuz?
Tarih toplumları bir kıvama sokar. Kişiliğimiz ancak yıllar geçtikçe oturur. Nasıl bir kişiliğe sahip olacağımız ise yaşadıklarımızla ilgilidir. Hatıralarımız kimliğimizdir. Ve her toplumun başından geçenler farklı olduğu için toplumların kimlikleri farklı farklıdır.
Günümüzde artık global bir dünyada yaşadığımızdan, her yerin birbirine benzediğinden dem vuruluyor. Böyle bir durum var olmasına var, ancak bu normal bir durum değil. Bunu nehir örneği ile açıklayabiliriz. Eğer bir nehir kendi yatağından akmıyorsa her şeyi yıkıp geçer, çevreye çok yayıldığı için derinliği de azalır ve belki bir müddet sonra kurumaya yüz tutar. O yüzden her nehir kendi yatağından akmalıdır.
Bugün, toplumların bir çoğu kendi yatağından akmıyor. Yataklarınızı bozmuşlar ve bir yerlere savrulmuşsunuz. Yatak değiştirmenin bedeli ise ağır: Kurumaya yüz tutmak.
Tıpkı yatak değiştiren nehirler gibi, yatak değiştiren toplumlar da gerek zihni bakımdan gerekse ruhi bakımdan karmaşadan kurtulamıyor. Bugün yaşadığımız hâl budur. Biraz batılıyız, biraz doğulu. Bundan belki elli yıl önce doğulu gibi düşünüyor, batılı gibi yaşıyorduk. Ama içinde bulunduğumuz şu yıllarda, özellikle de batıya her açıdan uyum sağlamaya başladığımızdan beri (buna AB standartlarını yakaladığımız günden beri de diyebiliriz) artık batılı gibi yaşıyor ve batılı gibi düşünüyoruz.
Bu hâli toplumun her alanında görebiliyorsunuz. Mesela bir iş istemeye gidiyorsunuz. Sizde aradıkları en önemli özellikler ikna kabiliyetinizin yüksek olması, etkili konuşabilmeniz vs. Özellikle reklamcılık, sinema, halkla ilişkiler gibi vitrin işlevi gördüğünüz sektörlerde böyle makine gibi bir adam olmazsanız size zerre kadar değer vermezler. Gittiğiniz mülakatlarda sizden kendinizi anlatmanızı isterler. Siz de başlarsınız kendinize dair methiyeler düzmeye. Merak ederim, bir şirkete iş istemeye giden bir genç hiç mülakatta “Allah nasip etti, bugüne kadar şunları şunları yaptım” diyor mudur? Yani hiç Allah’ı işin içine karıştıran var mıdır. Hiç Allah’la söze başlayan var mıdır?
Düşüncelerimizin değişmesi en başta yaşayışımızın değişmesiyle başladı. Yaşayışımız değişmeye başlayınca yavaş yavaş kullandığımız kavramları kaybetmeye başladık. Düşüncenin yapıtaşları olan kavramları da kaybedince düşüncemiz hepten değişti. Yazının burasına kadar bahsettiğimiz bütün meselelerimizin temelinde kavramlarımızın değişmesi yatıyor.
Bunu iki kavram üzerinden açıklamaya çalışalım. Batı’da retorik diye bir kavram var. Retorik, eski Yunan’da halk önünde konuşacak hatiplerin kullandığı bir yöntem olarak ortaya çıkmış. Temeli etkili konuşmaya ve ikna edici olmaya dayanıyor. Eski Yunan’da hatipler retoriği, toplumsal statüyü muhafaza etmek ve rakipleri ezerek sınıf atlamak için kullanıyordu. Bizde ise belâgat diye bir kavram var. Belâgat, “yerinde söylenilmiş doğru ve güzel sözü konu ve gaye edinen bir ilim dalı”. Şimdilerde belâgatı bizim Romalılardan aldığımızı ve retoriğin devamı olduğunu söyleyen okumuş cahiller olsa da biz onlara halkımızın tabiriyle “he deyip geçiyoruz”.
Retorik ve Belâgat arasındaki fark iki kelime arasındaki farktan çok daha fazlası. Bu iki kelimeyi karşılaştırdığımızda iki farklı dünyanın (doğu ve batının) yollarının ayrıldığı kavşak noktasına varmış bulunuyoruz. Dikkat ederseniz Belâgat’ın tanımında “yerinde konuşmak” deyimi var. Oysa Retorikte “etkili ve rakiplerini ezici konuşmak” var. Ayrıca Retorik tamamen pratik amaçlara hizmet ederken Belâgatın kökeni yazılı bir metne –Kur’ân-ı Kerîm’e-, yani yaratıcının kullarıyla konuştuğu dile uzanıyor. Zaten Kur’ân-ı Kerîm gelişiyle birlikte etkili ve ikna edici konuşan şairleri dize getirmemiş miydi?
Görüyorsunuz, bizim nehrimiz belâgatten, onların (batının) nehri retorikten akıyor. Öyleyse ne diye işyerlerimizde, bürolarımızda, konferans salonlarımızda, holdinglerimizde, bankalarımızda insanlara sürekli ikna edici ve etkileyici konuşmalarını telkin edip duruşumuz? Ne için her geçen gün yatağımızı değiştirmek için didinişimiz? Her işimizi Allah’a bağlamayı, yerinde konuşmayı, gerektiğinde sükût etmeyi yücelteceğimiz yerde, ne olduğumuzu unutarak rakiplerini ezeni, benliğini yüceltenleri yüceltiyoruz. Bunun bedelinin farkında mıyız? Suyumuz çekiliyor. Kuruyoruz.