
Osmanlı padişahlarından dördüncü Murat, bir gün vezirine şöyle sorar:
-Farsça biliyor musun? Hükümdarın bu sorusu veziri ümitlendirir ve kendi kendine konuşmaya başlar:
-Efendimiz, beni İran elçisi olarak görevlendirmek istiyordu. Ne yazık ki bu lisanı bilmeyişim işi bozdu.
Vezir, o günden itibaren kesin kararını verdi. Aylarca çalıştıktan sonra Farsçayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Durumu münasip bir lisanla dördüncü Murat’a arzetti. Padişah ise şu cevabı verdi:
-O halde sana tavsiye ediyorum: Sadi’nin Bostanı’nı ve Gülistan’ını sık sık oku!
Paşa hazretleri, bu cevaptan sonra herhalde büyük bir hayâl kırıklığına uğramıştır. Halbuki Şark’ın dehâsı Şirazlı Sadi’nin bu iki şaheserini aslından okuyabilmek, öyle manevi haz verir ki, - vezirlik de dahil- hiçbir dünyevi saltanat onun yerini tutamaz. Maddi ve dünyevi makamların sunduğu mutluluk tabloları hiç şüphesiz geçicidir. Aşk ve maneviyat pınarlarının suyu ise, hiçbir zaman kesilmez. İşte Bostan ve Gülistan böyle bir çeşmenin gürül gürül akan iki musluğudur. Ve yüzyıllardan beri nice maneviyata susamışların hararetini gidermektedir.