
Hakk’a kulluğu layıkıyla idrak edebilmenin en mühim şartı; her an ilahi kameraların önünde bulunduğumuzu, Rabbimizin bizi her an gördüğünü, hatta bizimle beraber olduğunu bilmektir. Yani “Maiyyet: Allah ile beraberlik” şuuruyla gönlümüzü manen diri ve zinde tutarak hâl ve hareketlerimize çekidüzen verebilmektir.
Allah Teâlâ bizlere şah damarımızdan bile daha yakın olduğunu bildirmektedir (Bk. Kaf, 16). Mühim olan, bizim de bu hakikatten gafil kalmayıp Allah ile olabilmemizdir. Zira Hak ile meşgul olmayan bir kalbi bâtıl işgal eder. Allah ile olan bir kalbe, dünya işleriyle meşguliyetten dolayı bir zarar gelmez. Fakat dünya telâşının Hak’tan gafil bıraktığı bir kalp ile yapılan ibadetlerden bile bir hayır gelmez.
Dolayısıyla gönüllerde Allah ile beraberlik şuurunu daimi kılmak elzemdir. Bunun en güzel yolu ise; heyecan, vecd ve istiğrak içinde “Zikrullah”a devam etmektir. Zira hiçbir zaman nisyan ve gaflet illetlerinden tam olarak kurtulamayan insanoğlunun, Allah’ı çokça hatırlamaya ve kalben O’nun ile beraber olmaya her zaman ve mekanda ihtiyacı vardır.
İman muhabbetiyle dolu bir gönül, zaten Rabbini zikretmeden huzur bulamaz. Onun nazarında zikir; yemek-içmek ve teneffüs etmek kadar vazgeçilmez bir ihtiyaç, hatta en büyük lezzet hâline gelir. Onu hiçbir dünyevi meşgale ve nefsani cazibe Allah’ın zikrinden alıkoyamaz.
Fakat zikrin hakikatine erebilmek için Cenab-ı Hakk’ı manen gönülde hissetmek, her şeyin O’ndan olduğunun idraki içinde bulunmak ve bedeni haram ve şüphelilerden muhafaza etmek gerekir. (Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, s.4)