1926 yılının bir bahar günü Berlin Metrosunda gözlemledikleri onun imana gidişinde önemli bir adımdır. Giysileri ve yaşayışlarıyla maddi zenginliklerin zirvesinde olan bu insanların gözlerinde ve yüzlerinin derinliklerindeki huzursuzluğu fark eder, bu doyumsuz havayı acıyla izler. Eşine dönüp “sende benim gördüğümü görüyor musun” der.
20. yüzyılın en etkili Avrupalı Müslümanı. En başarılı otobiyografi eserinin sahibi. Bir yazar, gezgin, diplomat, Müslüman düşünür. Hayatı boyunca dedektif gibi çalıştı. Gayreti, kendisini İslam’a ulaştırdı.
1900 yılında, o zaman Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun sınırları içinde olan şimdi ise Ukrayna’nın batı ucunda kalan Lwew şehrinde bir Yahudi ailede üç çocuğun ortancası olarak dünyaya gelir. Dedesi bir Ortodoks hahamıdır. Babası ise başarılı bir avukat.
Ailenin geleneğine uygun olarak evde, özel öğretmenlerden İbrani dini irfanı üzerine köklü bir öğrenim görür.
Henüz on üç yaşında İbraniceyi su gibi okuyup yazabilir haldedir. Eski Ahid’i orijinalinden öğrenip, Talmut metni ve yorumlarını, üzerinde tartışmaya girecek kadar Yahudiliği ayrıntılı bilmektedir.
“Bütün bu gösterişli dinsel bilgiçliklere rağmen, ve belki de bu yüzden, çok geçmeden bende, Yahudi dinini bir çok temel ilkesine karşı tepeden bakan, küçümseyici bir anlayış baş gösterdi… Ve Talmut’un Tanrısının, tuhaf bir biçimde sadece bir tek kavmin, sadece İbranilerin kaderiyle ilgilenmesi beni iç sorgulamalara itiyordu.”
Üniversitedeki derslere devam etmek yerine gazeteci olmayı seçer Muhammed Esed. Bu kararı babasının hoşuna gitmez. Buna rağmen 1920 yılının bir yaz günü bavulunda birkaç şahsi eşyası ve annesinden yadigâr kıymetli bir elmas yüzükle önce Prag’a oradan da Berlin’e geçer. Bir süre geçimini yüzüğün satışından elde ettiği parayla sağlar.
“Mutsuz değildim, hayır, sadece derinlerde, gerçekte neyin peşinde olduğumu bilememekten doğan bir hoşnutsuzluk, bir doyumsuzluk vardı”.
1922 yılında Kudüs’te bulunan dayısından bir davet mektubu alır. Aradığını bulma yolunda iyi bir fırsat olacaktır bu. Bir hafta kalmayı planladığı bu gezinin hayatı için dönüm noktası olduğunu bilmiyordur henüz. Bir süre sonra Almanya’nın tirajı oldukça yüksek olan Frankfurter Zeitung adlı gazetesiyle anlaşarak bu gazetenin orta Doğu muhabiri olur. 1923 yılında tüm Filistin’i içine alan bir geziye çıkar. Aynı yıl Mısır’a gider. Bu yıllar onun Müslümanlarla içsel bağlarını kurduğu yıllardır. Bu süre z a r f ı n d a Kuran’ı anlama çabasında olur. İslam ve Araplar hakkında büyük bir hayranlık taşımaktadır.
Kur’an araştırmalarında, bazı hakikatleri keşfetmiştir “Anladığım kadarıyla Müslümanların çöküşü, İslam’daki herhangi bir eksiklikten değil; onların İslâmî yaşantılarındaki başarısızlıklarından kaynaklanıyordu. İslam’ı yüce kılan Müslümanlar değil, bilakis; İslam’ın bizzat kendisiydi.”
1926 yılının bir bahar günü Berlin Metrosunda gözlemledikleri onun imana gidişinde önemli bir adımdır. Giysileri ve yaşayışlarıyla maddi zenginliklerin zirvesinde olan bu insanların gözlerinde ve yüzlerinin derinliklerindeki huzursuzluğu fark eder, bu doyumsuz havayı acıyla izler. Eşine dönüp “sende benim gördüğümü görüyor musun” der. Evet anlamında başını salladıktan sonra ekler: “Sanki cehennem azabı çekiyorlar ama farkında değiller.” Eve gelişinde en son bıraktığı yerden Kur’an’a devam eder. Tekasür Sûresi’ni okumaktadır. “Kabre girinceye dek sürecek olan bir biriktirme tutkusu sizi helake sürükledi.”
Ve şöyle anlatır gelişen olayı; “Bir yankıydı, evet bir cevaptı, bütün şüpheleri bir hamlede gideren bir cevap. Şimdi artık, bütün şüphelerin ötesinde, biliyordum ki, elimde tuttuğum kitap Allah’ın kelamıydı.” Avrupalıların yüzünde gördüğü sıkıntının nedenini Kur’an’da bulur Esed, kendini de…
“İslam bana, geceleyin eve gürültü patırtı çıkarmadan, gizlice giren bir hırsız gibi geldi, bir farkla ki, artık çıkmamak üzere girmişti içeri o, fakat bunu, yani sonunda Müslüman olacağımı anlamam yıllar sürdü.”
Kimimiz gelenek kapısından, kimimiz toplumumuz kapısından, kimimiz bir alimin, kimimiz ise yaşayan bir arifin kapısından gireriz İslam’a. Esed, İslam’a Kur’an kapısından girer.
1947’de kurulan Pakistan’ın B.M’deki temsilciliğini ve Pakistan Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevler üstlenir. 1952’de tüm görevlerinden istifa eder ve dünyanın çeşitli bölgelerini gezer. Birbirini takip eden yıllar içinde Mekke’ye Giden Yol, Yolların Ayrılış Noktasında İslam, İslam’da Yönetim Biçimi ve Kur’an Mesajı adlı eserlerini yazdı. Mekke’ye Giden Yol bize enfes bir edebiyat şöleni yaşatır okurken. Cahit Koytak tarafından çevrilmiştir Türkçe’ye. Bu da ayrı bir güzellik. Birbirimizi hakikaten tanımamız, sahiden anlamamız, derinden kavramamız yolunda edebiyat kapı aralama fonksiyonu icra edebilir. Sağlam bir edebiyat donatımı, bize insanların ruhunu sezme, insanlığımıza hakim olma, sahip çıkma gücü verebilir. Zihnimizi edebiyat dekore edebilir. Kalbimiz ile beynimiz arasında işlek kanallar, koridorlar, tüneller açabilir. Ve edebiyat bizi daha iyi yaşatabilir.
Mekke’ye Giden Yol’u okurken bunları düşündüm. Muhammed Esed, takdire fazlasıyla şayan edebiyatıyla, İslam’ın hakikat parıltılarını sinemizde hissettiriyor.
“Yahudi asıllı olmama rağmen” diyor Muhammed Esed Mekke’ye Giden Yol’da, “Başlangıcından itibaren Siyonizme karşı güçlü bir muhalefet hissi duydum... Büyük bir dış güç tarafından desteklenen göçmenlerin Filistin’de çoğunluğu ele geçirmek amacıyla dışarıdan gelerek yerli insanları yurtlarından çıkarmaya çalışmalarını ahlaksızca buldum. Benim bu tavrım, bu süreç içinde karşılaştığım Yahudilerin neredeyse tümünün anlayışlarından farklı bir şeydi. Benim Araplarda ne bulduğumu anlayamıyorlardı. Arapların ne düşündükleriyle azıcık olsun ilgilenmiyorlardı; hemen hiç biri Arapça öğrenme zahmetine katlanmamıştı ve hepsi Filistin’in Yahudilerin haklı mirası olduğu genel yargısını sorgusuz sualsiz benimsemişti.”
“Kuran Mesajı” 1980’de yayınlanır. Esed, meal ve tefsiri iki yılda tamamlamayı planlar; fakat kitap, 17 yılda tamamlanabilir. Esed, «Mesaj»ı «düşünen insanlar»a ithaf eder. Kişinin ilahi metni anlamak için kendi melekelerini kullanmasının önemini Esed sık sık vurgular. Kur’an Mesajı isimli meal-yorum çalışması orijinal nitelikler taşımasıyla birlikte, tefsir geleneğimize de yaslandığı söylenir. Bu çalışmayı değerlendirirken Avrupa’ya hitaben yazıldığını göz önünde bulundurmamız gerek. Muhammed Esed’in bu eserinde, Ehl-i Sünnet’in nesh, şefaat, kabir azabı gibi görüşlerine ters ibarelerin bulunduğunu Ebubekir Sifil Hoca’nın hatırlattığı notunu düşelim. Fakat genel anlamda bu eser üzerinden Muhammed Esed’in ajan olduğu sonucuna varan kanaatler bence pek değer ifade etmiyor. Önyargı ve art niyet ile yaklaşırsak, Kur’anda bile bir takım çelişkiler olduğunu söyleyebiliriz. “Bakayım şu eski Yahudi gerçekten Müslüman mı olmuş” “Bir inceleyeyim de şu kitapta yanlışlıklar bulayım” bakış açısı bizim algılarımızı o yönde seçici yapacaktır. Bu da tutarsızlık bulmaya itecektir.
Muhammed Esed’i anlama çabamız, 20. Yüzyıl Müslüman düşünce dünyasını anlamamızda bizi önemli yerlere getirebilir. Farklı açılımlar sunabilir. Muhammed Esed kadar derin olmasa da, kim bilir belki bizim de iç çelişkilerimiz, soru işaretlerimiz vardır. Bunların cevabını verebilir belki Esed.
Kalbin Yuvaya Dönüşü isimli hayatının geri kalan kısmını yazdığı kitabı tamamlamaya ömrü vefa etmedi. Muhammed Esed 1992 yılında İspanya’da vefat etti. Allah O’na ve bize rahmet etsin.