Yakup Öztürk
Şarkıcı Nil Karaibrahimgil birkaç ay önce Neşet Ertaş için “Kendisini tanımıyorum.” demişti. Yeni Şafak’tan Mehmet Şeker’in de dediği gibi aradan geçen bu birkaç aylık dönemde unutulma korkusu yaşamış olacak ki yeni bir açıklamada bulundu ve Neşet Ertaş’ın kendisi sayesinde tanındığını belirtti. Malûm olduğu üzere saye kelimesi gölge anlamına gelir. Nil Karaibrahimgil’in gölgesinin Neşet Ertaş’ın üzerine kapanması bırakın akıl sınırlarına aykırılığını fizik kurallarına dahi aykırıdır. Evet! Biz Neşet Ertaş’ı tanıyoruz. Onu tanımayanlara da gölgenin tek hâkimi güneştir diyen bir yazı kaleme getirdik. Kimdir Neşet Ertaş?
Türk halk müziğinin yetiştirdiği son dönem en büyük abdallardandır. Anadolu’nun o sakin kasabasından kendi şehrine inat çağlayan gürültüsü çıkararak sesini dünyaya duyurmuştur. Bir halk müziği ürünü olan bozlaklarıyla gönüllerimizdeki yangına korlar tutmuş ateş parçalarını atmıştır. Bağlamasına yedi tel koydurarak kendi sesine göre akort etmiştir. O sebepten kendi bağlaması dışında başka bir sazdan onun türküsünü dinlediğimizde aynı sesi alamayız. Muharrem Ertaş gibi efsanevi bir halk sanatçısından el almış, hem babasının hem binlerce yıllık âşıklık müessesinin son temsilcisi olarak bu topraklarda bir lütfun adı olmuştur. Ses verdiği türkülerinde o tandır ekmeği kokan şivesinden vazgeçmemiş, Anadolu ağzının, dilinin, duygusunun, sevincinin, heyecanının, öfkesinin rengini yansıtmıştır. Onu dinlerken dil denen büyük hanenin yüzlerce yıldır gelen serüvenine tanıklık etme fırsatı bulmuşuzdur. Türkülerinde anlattığı insan denen âdemde hep Anadolu halkı olmuştur.
Babası Muharrem Ertaş’la beraber gittiği düğünlerde eline aldığı bağlamasını bırakamadı. Ömrünün uzunca bir dönemini kâh Türkiye’de kâh Almanya’da düğün dernek toplantılarında çalarak kazandı. 90’lı yıllarda adını popülerliğin en bakir sayfalarına yazdırdığında türkü toplum hafızasında yeniden en duru haliyle neşet etti. TRT’nin o siyaha çalan ekranlarına ilk çıktığında “mahalli sanatçı” unvanını taşıyordu. Tevazuun en dingin sularında gezmek için yıllarca bu mahalliliğini terk etmedi. Sonra gün geldi bu ülkenin popçusundan, rockçısına, arabeskçisinden sanat musikicisine varana kadar onlarca isim onun eserlerini seslendirmek için birbirleriyle yarıştı.
Allah verisi gırtlak yapısından en iyi bir biçimde istifade etti. Okuduğu bozlaklarla bu olağanüstü gırtlağını her kimin yüreğinde sevdadan kalan bir sızlanma varsa dindirsin diye çabaladı. Dünyanın bütün karmaşasına, gürültüsüne, şatafatına, albenisine rağmen tezeneyi tele her vurduğunda insanı aslına çağıran bir ses çıkardı. Sadelik makamı onun en büyük arzusu oldu. “Çıplak geldik, çıplak gideceğiz.” der gibiydi hep.
Yarım asra yaklaşıyor onun yeryüzüne türküyle haykırması. Yalan dünyanın malının faniliğini tez zamanda fark edip de dünyanın yüzüne haykırabilen ender sanat adamlarımızdandır. Siz bakmayın onun “Cahildim dünyanın rengine kandım” dediğine… Sansüre uğradığı tek radyolu tek TV’li dönemlerde plakları satış rekorları kırmış, ayda bir çıkabildiği radyolara akşam vakitleri milyonları toplayabilmiştir. Bugün orta yaşının üstünü süren kuşakların bazen içlenip, kimi zaman keyiflendikleri anlarda dillerine düşen türküler dikkat edin hep onundur. Aynı devrin bir büyük halk ozanı Mahzuni Şerif onun için türkü yakmıştır: “Bülbül hayli oldu bağdan gideli/ Uzak bağda öten neşet hoş geldin/ Âşıkların hepsi haktan badeli/ Gözümüzde tüten neşet hoş geldin.” Yunus Emre’den gam alan, Karacaoğlan’dan diyar, Dadaloğlu’ndan el alan bir derviştir o.
Son dönem eserlerinde insanlığın düşünce dünyasına asli görevlerinden demetler sunmaktadır. Ana-baba hakkından, kul hakkına; yaratılan sevgisinden Yaratan sevgisine nice insan erdemi varsa bize hatırlatmaktadır. ”İnsanı seven insan; hakkı sever, biz de o Hakk’ın aşığıyız. Şüphesiz ki ölmez, yitmez, yemez, içmez, solmaz bir tek Allah` tır. Allah hepimizi eşit yaratmış. Haksızlık, cana kıyma, düşük görme olmasın. Allah’tan geldik Allah’a gideceğiz. Cehalete hatırlatabildimse mutluyum. " diyerek bu son eserlerinde güttüğü amacın vesilesini bize söylemektedir.
Neşet Ertaş 1938’de dünyaya geldi. On beş yaşına kadar babası saz sanatçısı Muharrem Ertaş’la Kırşehir, Yozgat, Nevşehir, Niğde ve doğduğu topraklara yakın köylerde düğünlerde bulundu. Maişetlerini böyle sağladılar. Orta Anadolu’nun abdal mirası içerindeki halkaya ilk gençlik yıllarında, içindeki hikmeti dökerek girdi. Bu toprakların mayasını sanatında kullanarak dünyaya açıldı. Gördük ki, dünya ne kadar modernizm denen canavarın ağzına doğru evrilse de öz, çekirdek, maya oldukça hüküm vermek eldedir. Neşet Ertaş bunu bize göstermiş bir derviştir. Mektepten eğitimli değildir, el alma adabından, halk terbiyesinden gelmiştir.
Bu topraklarda söyleyen Hacı Taşan, Çekiç Ali, Muharrem Ertaş gibi ustaların mirasına yeni bir ahenk yüklemiş onların ahdine vefa göstermiştir. Her zaman samimidir.
Sanatındaki gücü fark edip ona yanaşmak teşebbüsünde bulunan reklamcı simsarlara tenezzül etmemiştir. Medyatik değildir, bir siyasal partinin güdümüne girmemiştir, ifrazattan ısrarla kaçmıştır. Gariptir her haliyle. Soyadı kanunundan önce ailesinin garip namıyla çağrıldığını anlatır. Ve bir zaman gün gelecek Cem Karaca Neşet Ertaş için “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük caz ustası.” diyecektir. Ulusal ama bir o kadar da mahallidir.
Hayatının uzunca bir döneminde mahlasındaki garip gibi garibanca yaşamak zorunda kalmıştır. Almanya gurbetinden kendini beri alamamıştır. Şahsi hayatında kimi zorluklar çekmiş, sağlık sorunları yaşamıştır. Felç indiği parmaklarını tedavi ettirecek parayı bulmakta zorluk çekmiş, elinden bağlama çalmaktan başka bir iş gelmediği için bir dönem işsiz kalmış, gözetilmeye muhtaç olmuştur.
Zeki Müren, Emel Sayın, Erkin Koray, Selda Bağcan gibi isimler Neşet Ertaş’tan aldıkları eserleri seslendirerek daha gür seslere sahip olabildiler. Bugün birtakım genç isimlerin Neşet Ertaş’ı bir atlama taşı olarak görmeleri her şeyden önce onun Türk müziğine kazandırdıklarını inkâr etmek olacaktır. Şu türküleri yazan bir sanatkâra dil uzatmanın müziğin adabından uzakta olduğunu düşünüyoruz: Doyulur mu, Gönül Dağı, Zahidem, Zülüf Dökülmüş Yüze, Yazımı Kışa Çevirdin, Bağa Gel Bostana Gel, Gel Yanıma Gel…
Yazının son satırlarına harf çağırırken TV’den “Neşet Usta’ya bir selam çakalım.” diyen Sırrı Süreyya Önder’in sesini işittim. Önder’in iki konuğu vardı; Leman Sam ve Şevval Sam. Zahidem diyorlardı, seslerini popüler bir isme duyururcasına.
Ustaya selam olsun, bizden de…