İnsanın gafletten uzak, şuurlu ve dikkatli bir hayat yaşamasıyla bir çok hayırlara nail olacağı, aksine bir hayat sürmekle yani küçük ihmaller ve dikkatsizliklerle de büyük zararlara uğrayacağı ve bir çok güzelliklerden mahrum kalacağı bilinen bir hakikattir.
Nitekim Hz. Ali’nin bir muharebe esnasında bir müşrikle yaşadığı olay bu konuda oldukça etkileyicidir. Allah’ın arslanının bilinçli ve fakat zor zamanda gösterdiği bir anlık uyanıklık ve gafletten uzak bir davranış, bir insanın hem hayatının kurtulmasına hem de hidayetine vesile olmuştur. Bu ise kainatın kurtuluşuna eşdeğer büyük bir olaydır.
Bu hâdiseyi Hz. Mevlânâ, türlü mecazlara girerek şöyle nakleder:
“Hz. Ali Allah yolunda bir gazâda karşısına çıkan amansız, güçlü bir kişiyi alt ederek yere düşürmüş ve boğazını kesip öldürmek için üzerine atlamıştı.”
“O esnâda ölümle burun buruna gelen mağlup kişi, nasılsa artık ölümün pençesindeyim diye yenilgisinin hırsıyla, o peygamberlerin ve velîlerin iftihârı olan Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü.”
“Bu tükürük, Hz. Ali’nin ayın bile önünde baş eğdiği güneş gibi yüzüne isabet edince, o şâh-ı merdân, düşmanını öldürmek için kaldırmış olduğu kılıcını geri çekti. Durakladı ve dövüşme hızını gevşetti. Sonra da düşmanın üzerinden kalkarak onu serbest bıraktı.”
“Ölümün pençesinden kurtulan düşman kişi, rakîbinin gösterdiği ve kendince yersiz olan bu merhamet ve af karşısında şaşırıp kaldı. Ölmeyi beklerken şâhit olduğu bu bağışlama manzarası, onu hayret vâdisinde apayrı âlemlere sürükledi.”
“O kişi dedi ki:
«–Üzerime keskin kılıcını çekmiştin! Tam öldürecektin ki, bundan vazgeçip canımı bağışladın! Neden böyle yaptın? Benimle cenk etmekten daha üstün ne gördün ki, beni avlayıp yere serdiğin hâlde bağışladın? Ne gördün ki, o beni yere seren kudretli öfken sükûnet buldu?»
«Yâ Ali! Söyle; vuruşmanın en muzaffer ânında sana görünen ışık, nasıl bir îman nûrudur ki, beni bırakıp onun câzibesine meylettin? Onun hürmetine benim canımı bağışladın!»
«Yâ Ali! Senin gördüğün nûrun bir benzeri de sanki şu an içime aksediyor! Şu an seni bu derece yücelten îman ve yüce ahlâkın farkına varıyorum. Rûhum şimdiye kadar hiç bilmediğim ve tatmadığım târifsiz bir hazla doldu.»
«Benim bedbahtlığıma karşılık, sen öyle bir mürüvvet sahibisin ki, boğazıma kılıcın dayanmış olduğu hâlde bana hayat bahşettin. Üstelik ölü bir vaziyette olan rûhumu da dirilttin.»
“Rakîbinin bu sözleri üzerine Hz. Ali şöyle buyurdu:
«–Ey kişi! Bilesin ki ben, kılıcımı yalnız Hakk’ın rızâsı için kullanmaktayım. Çünkü ben, Hakk’ın kölesiyim, nefsimin değil… Allah’ın arslanıyım, hevâ ve hevesimin değil…»
«Kılıcımın yenilmezliği ve hüneri bana değil, Allah’a âiddir. Ben Hakk’ın yolunda kendimi fânî eyleyip O’nunla var olduğum için yalnız Rabb’imin rızâsını ararım. İşte kahırdan lutfa, lutuftan kahra geçebilmenin temelinde bu hakîkat vardır. Yeri gelir hiddetimi hilim (yumuşaklık) kılıcıyla teskîn eder, yeri gelir hilmimi hiddet kılıcıyla şahlandırırım. Bunlar hep Allah için olur.»
«Ben: “...Attığın zaman sen atmadın, Allah attı…” (el-Enfâl, 17) sırrına âşinâyım. Şu gönlünü korkutan zülfikârın kendisiyim, ancak onu vuran ilâhî sırdır.»
«Ben nefsimi tanıdım. Onun şerrinden korunuyorum. Bunun için Allah’ın rızâsından başka her şeyden yüz çevirdim.»
«Hakk uğrunda her yaptığım şey, taklit, hayâl ve şüpheden uzaktır. Ben Allah yolunda bir damla değil, dâimâ coşkun bir akarsu olmayı yeğlerim. Zîra vuslat deryâsına nâil olmak ancak böyle mümkündür.»
«Ben muharebede insanları öldürmekten ziyâde onların dirilmeleri için gayret sarfederim.»
«Bunun içindir ki, şu gazâda seninle döğüşürken tükürmen dolayısıyla nefsânî bir hâl zuhûr edince, kılıcı kınına koymayı münâsip gördüm. Tâ ki, Allah için seven ve Allah için buğzeden bahtiyarlardan olayım.»
Bu sözlerden sonra hidâyet nûruyla müşerref olan bahtiyar adama Hz. Ali, şöyle hitâb eyledi:
“İşte şimdi tehlikeden kurtuldun. Evvelce kıymetsiz, sıradan bir taş idin. Şimdi hakîkat iksîri sayesinde ender bir mücevher hâline geldin.”
“Küfürden ve onun dikenliğinden kurtuldun. Artık Hakk’ın bahçesinde bir gül gibi açıl!”
“Ey ilâhî nûrla şereflenen! Artık sen bensin, ben de senim. Yâni sen de bir Ali’sin. Hâl böyleyken ben Ali’yi nasıl katledebilirim?”
Hz. Ali, kendi yüzüne tüküren adama ne ulvî bir kapı açtı. Kendisini öldürmek isteyen kimseye hayat bahşetti. Kendisine acı ve ızdırabı revâ görene hakîkî saâdeti lâyık gördü. Önünde ve ardında dipsiz kuyular açmak isteyene sonsuzluk ve lütuf semâlarına uzanan yüce bir köprü vazîfesi gördü. Kendisi hakkında şer düşünen bir mücrimin dikenlerine gül ile mukâbele etti. Hırçın bir gönlü, eline ve yüzüne batan dikenlere aldırmadan engin ve tarifsiz bir merhamet suyu ile suladı ve müstesnâ bir gonca hâline getirdi. Onun bu üstün ahlâkı karşısında mel’ûn şeytan, haset ve kininden çatladı, beli kırıldı.
***
Manevi yolda,makam ve statüler kalkınca hiçe erişilir. Her şey de, hiçe eriştikten sonra başlar
(Osman Nuri Topbaş)
***
Bedelini ödemediğin şeye karşı ümitli olma. Ama bedelini ödediğin şeye karşı ümit besleyebilirsin
***