Asr-ı Saaadet’ten bir genç tanıyoruz. Bu genç, gönlündeki isteği en güzel insandan ilk fırsatta istemiş bir gençtir. Kendisine verilen bir hediyenin yerine dua talep etmiştir. Efendimizle sadece bir kez görüşebilmiş, sadece bir şey talep edebilmiş ve fakat bu talebi ile hayatını sonsuza kadar değiştirecek bir bereketin sahibi olmuştur.
Kabul edileceğini bildiğiniz bir duânız olsaydı, ne isterdiniz? Mesela Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den kendiniz için bir duâ isteseydiniz –ki böyle bir lütuf her an verilebilir- ne dilerdiniz? “İstemek ne kelime, cesaret edemezdim” diyenler olabilir, bu edep ehlini gözetmek için soruyu şöyle değiştirelim: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sizden “iste” deseydi ne isterdiniz? Emre uymanız gereken bu zamanda Âlemlerin Efendisi ile içinizdeki hangi isteğinizi paylaşma cesaretini gösterirdiniz? Gönlünüzün en mahrem yerinde sakladığınız o dilek ne olurdu?
Asr-ı Saaadet’ten bir genç tanıyoruz. Bu genç, gönlündeki isteği en güzel insandan ilk fırsatta istemiş bir gençtir. Kendisine verilen bir hediyenin yerine dua talep etmiştir. Efendimizle sadece bir kez görüşebilmiş, sadece bir şey talep edebilmiş ve fakat bu talebi ile hayatını sonsuza kadar değiştirecek bir bereketin sahibi olmuştur. Kendisinden haberimiz yok, ne iş yaptığı, nelerle meşgul olduğu konusunda bilgimiz kısıtlı. Ama isteği ile gündeme geldikten sonra nasıl yaşadığını az çok biliyoruz, isteğinin sonunda nasıl bir hayata kavuştuğunu onu tanıyanlar aktarıyorlar.
Adını bilmediğimiz bu genç Yemen’in Tücib kabilesinden. Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e Hicret’in 9. yılında gelen 13 kişilik bir heyetin içerisinde o da var. Heyetin en küçüğü ki geride hayvanlara bakmakla görevlendirilmiş. Kabilesinin mensupları Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e emanetleri takdim edip, mukabil hediyelerini aldıktan sonra yurtlarına dönmek için acele etmişler. Çünkü duyduklarını, hissettiklerini bir an önce kavimleri ile paylaşmak istiyorlar. Heyettekilerin o kadar acelesi var ki gencin Peygamber Efendimiz’i görme isteğini gözardı edebilirler. Ama bunun imkânı yoktur, çünkü “geride kalanınız var mı” şeklinde bir soruya muhatap olmuşlardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gencin varlığından haberdar olmuş ve onu da görmek istemiştir. Nitekim öyle de olur, genç huzura çıkar, ona da Rasulullah’ın nazarı ile beraber yol arkadaşları gibi bir hediye takdim edilir. Ama onun derdi başkadır, farkını ifade eden o kritik cümleyi tam da böyle bir zamanda sarf eder:
- Ya Rasulallah ben hediye istemiyorum, benim başka bir isteğim var.
Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem durur ve dinler:
- Efendim, bana dua eder misiniz, ben dua istiyorum.
Gencin Rasulullah Efendimiz’in ilgisini daha yakından hissettiği an belki de tam bu andır. Ona nasıl bir dua istediğini soruş da bu anda gelmiştir:
- Efendim, Allah’ın beni affetmesi, bana rahmetiyle muamele etmesi ve benim kalbime zenginlik vermesi hususunda dua eder misiniz?
Gencin ismini bilmiyoruz. Bilmemize gerek de yoktur. Çünkü ne istediğini biliyoruz, bu onun hakkındaki kanaatimizi oluşturacak bir bilgidir. İsteğini af, merhamet ve kalp zenginliği şeklinde fâş etmiş bu genç hayat rotasını bu öncelikleri üzerine çizmiş bir gençtir. Rasulullah ile tek buluştuğu anda bu önceliklerini yekten ifade edebilmesi, onun neyin derdini çektiğini açıkça göstermektedir. İstediği ile ne istenmesi gerektiğini bize öğretmiş bu genç tam da bu yüzden kıyamete kadar bütün insanların önünde bir fener gibi ışıldayacaktır. Allah onu, Rasulullah’la tek mülaki olduğu andaki isteği ile bütün inananların önüne güzel örnek olarak koymuştur. Artık isteyecek ona bakarak isteğine çekidüzen verecektir, artık dileyen onun dileğinden ders alarak dileyecektir.
Biz yine o sahneye dönelim: Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gencin talebinden çok memnun olur ve açıp ellerini ona dua eder. Tam da gencin istediği gibi:
“- Ey Allahım! Onu, aff eyle! Ona rahmetinle muamele eyle ve kalbine zenginlik ver!”
Gencin bu davranışı ve özellikle de talebinin Allah Rasulü’nün hoşuna gittiğini nereden biliyoruz? Şuradan ki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir sene sonra Veda Haccı’nda rastladığı Beni Tüciblilere “sizinle gelen o gençten ne haber” diye sormuştur. Tücib heyeti denilince ilk akla gelen o genç olmuştur. Tücibliler demişlerdir ki: “Ya Resûlallah! Allah’ın verdiği rızka, onun kadar kanaatlı ve razı olanını görmedik. İnsanlar, dünyayı aralarında bölüşecek olsalar, o genç, ona dönüp gözünün ucuyla bile bakmaz!”
Peygamber Efendimiz’in son işittiklerinden yine çok memnun olduğunu biliyoruz. Çünkü açmış ellerini o gence tekrar dua etmiştir: “Onun öldüğü zaman, helâk olurcasına değil de, tam ve şerefli bir ölümle ölmesini ümit ederim!” Ne güzel bir duadır bu… Sanki önceki duanın hâtimesidir. Gencin isteğinde sabitkadem olduğunun haberi alınmış da üzerine sonraki hayatı için müjdeli bir mühür vurulmuştur.
Beni Tücibli gencin adını bilmiyoruz ama isteğinin ne olduğunu biliyoruz. Bu, onu anlamamız için yeterli bir ölçüdür. Öyledir çünkü biz ne istersek oyuzdur, başkası değil. İnsan dilinin altında, kaderimiz de meylimizde saklıdır. Yöneldiğimiz yere karakterimizin izdüşümü düşer. İçimizin aktığı istikamet önümüze açılan yolun istikametidir. Akıbetimiz de aynı yerden sulanır: Neye meyletmişsek onunla yaşar, onunla ölür ve onunla yeniden diriltiliriz. O yüzden ne istediğimiz önemlidir. İnsan isteğinin içinde gizlidir. Mevlana’nın “ne istiyorsan sen osun” derken kastettiği mânâ da budur. Evet, biz, neye talipsek, neyi arzuluyorsak oyuzdur, başkası değil.
Hepimiz duâ ederiz, çünkü isteriz. İsteklerimiz duâlarımızda kelimeye, sese bürünür. Öyle de olmalıdır. İstemek sadece Rabbe yöneltilmesi gereken bir fiildir. Aksi, kullara yönelişi, o da zillete uzanan bir kapının önüne sürükler bizi. O yüzden zorda kalmadıkça, dara düşmedikçe istememelidir. Hatta hiç istememelidir. Ama bu herkese söylenmez, buna herkes takat getiremez. O yüzden sadece bazılarına kısık bir sesle “sakın kimseden bir şey isteme” denmiştir. Hiç istememek zordur ama istenen odur; istenen, istememe tavrıdır, çünkü ufuk sadece O’na kul olmakta, başka kimseye muhtaç olmamaktadır. Kul olmak, hüznü, şikâyeti, isteği, derdi sadece O’na ifade etme istiğnasına kavuşmak demektir. Takatimiz ne kadar yeter bilemeyiz, ama biz ancak O’ndan isteriz. Çünkü biliriz ki ancak O verir. Duâya durduğunda ellerimiz hep bir şeyler dileriz. Rabbimiz istememizi istemiştir, isteriz. Biliriz ki istemek verilmişse, verilmek istenmiştir, seviniriz. Her duâya duruşumuz O’nun da bize yönelişidir, bunu biliriz.
Tücibli genç hakkındaki muradı keşfetmiş bir gençtir. Kalp temizliğine olan iştiyakı, ona yönelik ilâhî iştiyakın bir tercümesidir. Herkesin bir isteği olduğu gibi Rabbimizin de bizden bir isteği var. Şahsiyetimiz kadar özel bu isteği bilmek, tüm isteklerin üzerinde olan ve hepsine galip gelen bu isteği keşfetmek hayatımızın mutluluk şifresini bulmak demektir.
Her duâya duruşumuz, rahmet kapıları hep açık olduğu için bizim o kapılara bakan yürek pencerelerimize ışık düşmeye başlaması demektir. Biz yönelmişsek O yönelmemizi dilediği içindir.
Her duâya duruşumuzda Rabbimiz bildiğimiz ve bilemediğimiz nimetlerle bizi perverde eder, yine bildiğimiz ve bilemediğimiz musibetleri üzerimizden alır. O bilir, biz bil(e)meyiz.
Her duâ anı bir vuslat anıdır. Verilen ya da verilmeyeni idrak edecek kapasitemiz yoktur belki ama her duâ anı bir baht anıdır.
Her duâda bir şey verilir muhakkak, bir şey savuşturulur, bir şey ötelenir, bir şey defedilir, bir şey bahşedilir. Çoğuna vâkıf olamayız; vâkıf olduğumuz ancak duâmız kadar bir kıymetimizin olduğudur. Kıymetimiz duâmız kadardır. Duâmız ise isteğimiz ve himmetimiz kadar…
Tücibli bahtiyar gencin isteği, gönlümüzde saklayıp durduğumuz isteklerimizin nasıl şekillenmesi gerektiğini göstermesi açısından önemlidir. İsteyene istediği veriliyor, bunda hiç şüphe yok. Ama ne isteyeceğimiz bize bırakılıyor, zor olan burasıdır. Önemli olan ne isteyeceğimizi belirlemektir ama ondan daha önemlisi hakkımızda ne istendiğini keşfetmektir. Tücibli genç hakkındaki muradı keşfetmiş bir gençtir. Kalp temizliğine olan iştiyakı, ona yönelik ilâhî iştiyakın bir tercümesidir. Herkesin bir isteği olduğu gibi Rabbimizin de bizden bir isteği var. Şahsiyetimiz kadar özel bu isteği bilmek, tüm isteklerin üzerinde olan ve hepsine galip gelen bu isteği keşfetmek hayatımızın mutluluk şifresini bulmak demektir.
Hakkımızdaki ilahi muradı keşfeder ve bilirsek, kendi isteğimizi de o murat doğrultusunda şekillendirebiliriz. Bizden isteneni isteyebildiğimiz an isteğimiz imtihanımız değil saadetimiz olur. Allah istemeden isteyemeyiz, o yüzden O’ndan istediğimizin gerçekleşmesinin O’nun istemesine bağlı olduğunu idrak etmeliyiz, çünkü O dileyemeden biz dileyemeyiz. O’nun dilemesini dilemek, dileklerimizin yerine gelmesinin yegâne yoludur.
İstemek yetmez, O’nun istemesini de istemeliyiz.