
Her gün dimağlarımız zehirlenirken, biz nereye gideceğiz? Arif Nihat Asya diyor ya şiirinde: "Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke`de bunalırsan Medine`ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye göçelim, yâ Muhammed?".
Evet, göçeceğimiz pek bir yer yok gibi.
Bundan birkaç asır önce dünya üzerinde tek bir düzenden bahsetmek mümkün değildi. Belli bölgelerde belli düzenler vardı. Şimdiki gibi kendinden başka milletleri, coğrafyaları cezbeden ve her şeyi kendine benzeten düzenler olsa da, iletişim bugünkü kadar kolay olmadığından o düzenin eli her yere uzanamıyordu. Ondan dolayı yaşadığınız yerde küfür ve zulüm varsa eğer, hicret etme imkanına sahiptiniz. Elbette bir yerlerde sizi maddi-manevi zulümlerden koruyacak beldeler vardı.
Sonra o zamanların üzerinden yüzyıllar geçti, kervanlar yürüdü, hanlar yıkıldı, kuleler dikildi. Dünya o klasik deyişle “küresel bir köy” haline geldi. Şimdi bu hiç de şirin olmayan köyümüzde bütün dünya insanları iletişim halinde yaşıyoruz. Gelişen bu iletişim, evet, bilgi düzeyimizi, gelişmişliğimizi artırdı. Ancak köyümüz geliştikçe etrafında duvarlar yükseldi. Ve gelişmişliğimiz ölçüsünde o duvarların yüksekliği arttı. Öyle ki artık bu köy bir ‘küresel hapishane’ haline geldi. Artık buradan ne yaparsak yapalım çıkamıyoruz. Hapsolunduğumuz bu köyden hicret etme imkanımız olabildiğince kısıtlı.
Hicreti coğrafi olarak bir yerden bir yere göç etmek anlamında kullanırsanız bu endişemi giderebilirsiniz. Ancak hicreti zulümden, küfürden, kötü işlerden kaçmak, onların şerrinden korunmak olarak görürsek hicret etme imkanının artık yok olma noktasına geldiğini düşünebiliriz. Tamamen yok olmasa da dünya da hicret edilecek çok az yer olduğunu söyleyebiliriz.
Yaşadığımız şu zamanlarda teknoloji sınırsız iletişimi cömertçe sunuyor bize. Cömert ama sinsi… Sinsi, çünkü iletişim hayırlı olanı bize kolayca sunduğu gibi, hayırsızını da pekâla ruhlarımıza salabiliyor. Ruhlarımıza salınan bu hayırsız ve gereksiz bilgiler/meseleler/olaylar bizler için tümüyle zulüm haline geliyor. Medya en önemli işi olan kitlelerin zihnini kontrol etme vazifesini her gün kusursuzca yerine getiriyor.
Bütün bu hengâmenin içinde biz zavallı insanların zihinleri, kalpleri gereksiz bilgilerle doluyor. Bundan dolayı gereksiz yere öfkeleniyor, birilerini defterden siliyor, onlara bağırıyor, çağırıyoruz. Oysa bir kez daha düşünsek o kızdığımız, yeri geldiğinde kendimizi parçaladığımız mesele/olay/ kişi aslında bir hiç hükmünde. Etrafımıza öyle duvarlar örülü, zihinlerimiz öyle karışık ki, hapsolduğumuz “küresel köy”den bir türlü kaçamıyoruz. Bir böcek gibi kavanoza tıkmışlar bizi. Batılı Kafka “Dönüşüm” adlı kitabında boşuna kendini bir böcek olarak hayal etmemişti!
Dünyada sığınılacak bir yer kalmışsa eğer, internetin, televizyonun, modern adına ne varsa onların bulaşmadığı yerler olsa gerektir. Bunun için birçok batılı, yerlilerle yaşamak için amazonlara filan gidiyor ya! Ne yazık ki ne kadar mücerred ve masum olsalar da yerlilerin onlara verebileceği hiçbir şey yok. Bir kurtuluş varsa, elbette özü hala korunan, korunacak olan İslam’dan olacak. Ancak İslam dünyası da şu anki haliyle modern dünyadan faydalanmak için can atıyor. Faydalanmamız gerekiyor mu gerekmiyor mu, gerekiyorsa ne kadar faydalanacağız, gerekmiyorsa ilkel çağlara geri mi döneceğiz, bunlar öncelikli sualler değil. Şu an kafaya takılacak öncelikli bir mesele varsa o da modernlik ve onun aletleri şu haliyle bize çok kan kaybettiriyor.
Peki, ne yapacağız?
Her gün dimağlarımız zehirlenirken, biz nereye gideceğiz? Arif Nihat Asya diyor ya şiirinde: “Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye göçelim, yâ Muhammed?”. Evet, göçeceğimiz pek bir yer yok gibi. Tek çare bütün bu iletişim araçlarının içinde küfre bulaşmadan temiz kalabilmek. Fiziksel olarak bir yerden bir yere göçme imkanımız kısıtlı olduğundan, sanırım yapmamız gereken en iyi şey kalbimizi sürekli bir hicret halinde tutabilmek.
Yani, sokakta, TV’de, internette hayır ve şer birlikte yer alırken hayrı şerden ayırabilecek ve her durumda hayrın tarafında yer alabilecek bir kalbe sahip olmamız gerekiyor. Üstad’ın ifadesiyle “Ak sütün içindeki ak kılı fark edebilecek” bir ruha, kalbe, göze, zihne sahip olabilmek... Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.“ Bu zamanda kolay mı? Zor. Ahir zaman ümmeti olabilmek ne zor iş değil mi? Ya bir de başarırsak?