
Ülkemizdeki dönüşüm hareketi, yeni anayasa çalışmalarıyla bir “şekle” girdi. Ama bütün bunlar birer şekilden, detaydan ibaret. Olay çok daha büyük aslında. Ve benim burada yapmaya çalıştığım da bir şekli müjdelemek değil;b ir sisteme dikkat çekmek! İster ilahi deyin, ister sosyolojik; bir sistemi gözler önüne sermek.
1926 – 1950 yılları arasında 27 senelik bir “tek parti dönemi” yaşamışlığımız var. Bir darbe ürünü olan 1982 anayasasının üzerinden ise birkaç ay sonra 30 yıl geçmiş olacak.
İlginçtir: Halihazırda yaşanmakta olan “Arap Bahar”larında da halk tarafından devrilen diktatör ve rejimler de yaklaşık olarak otuz ila kırkıncı yılları arasında alaşağı edildiler veya edilmek üzereler. Kaddafi (Libya) 42 yıl, Zeynel Abidin Bin Ali (Tunus) 24 yıl, Hüsnü Mübarek (Mısır) 30 yıl, Ali Abdullah Salih (Yemen) 33 yıl, Esadlar (Suriye) (Hafız 29+ Beşşar 11) = 40 yıl kadar yönetimde kaldıktan sonra domino taşları gibi birbiri ardı devrildiler ve devrilmekteler.
Yahudilerin Mısır’dan çıktıktan sonra Tih Çölü’nde dolaştıkları süre ise 40 yıl. Ki bunu biraz hatırlatmakta fayda var: Bilindiği gibi Hz. Musa, Yahudilerle birlikte Mısır’dan çıktıktan sonra; Allah, onlara Filistin’e girmelerini emretmişti. Ancak Yahudilerin, orada yerleşik bulunan Kenanlılardan gözleri korkmuş ve savaşmayı reddetmişlerdi. Hatta Hz. Musa’ya “Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz asla oraya girmeyiz. Sen ve Rabbin gidin; ikiniz savaşın! Biz burada otururuz. (Maide 24)” demişlerdi. Allah da bunun üzerine; Yahudi toplumunu 40 yıl boyunca Tih Çölü’nde vatansız bir biçimde dolanıp durmaya mahkum etmişti.
Görüldüğü gibi sadece Yahudilerin çölde dolaşma süresi değil, diktatör ve diktaların da ortalama ayakta kalma süresi de (artı eksi) 30 ila 40 yıl arasında değişiyor. 30 sınır, 40 tavan. Ve bu süre; her ne kadar Ömer Çelakılvari bir rakam mucizesi gibi görünse de aslında gayet bilimsel ve bir o kadar da mantıklı bir rakam. (Başlık mı? O sadece dikkat çekmek için bir numaraydı!)
Nesillerin Nöbet Değişimi
Bilimsel ve mantıklı bir rakam diyorum, çünkü burada; bir neslin ortalama yenilenme süresinden söz ediyoruz aslında. Ve neslin yenilenmesiyle birlikte kaçınılmaz olarak gelen değişimlerden. Çünkü sosyolojide 30 ila 40 yıl; iki nesil arasındaki nöbet değişimi süresidir. Yani neslin yenilenme süresidir bu.
Mesela; Yahudilerin çölde dolaşmalarını sosyolojik açıdan incelediğimizde; Hz. Musa’nın, o dönemki Yahudi toplumunu, Allah’ın kendilerine vaad ettiği nimet ve makamlara layık olabilsinler diye; ancak nesillerini değiştirmek yoluyla ıslah edebildiğini görüyoruz. Esaret altında doğup büyüyen eski nesil elenip, ancak “hür” bir ortamda yetişen yeni neslin başarıya ulaşabildiğine şahit oluyoruz.
Keza; “Arap Baharı” nda da aynı sosyolojik olgunun gereği olarak: 30 ila 40 yıl boyunca gelişen ve yenilenen nesillerin; diktatörlere, hayatları pahasına baş kaldırdıklarını; adalet, hak ve özgürlükler adına; bir önceki nesillerle kıyaslanamayacak ölçüde atik, cesur ve cevval davrandıklarını görüyoruz.
Tesadüf mü Mucize mi Sosyoloji mi?
Tesadüf mü dersiniz? Yoksa mucize mi? Ben; sosyoloji demeyi tercih ederim!..
Peki ne değişti de birbiri ardı sıra devrimlere imza atan bu yeni nesiller ortaya çıktı? Şimdi tam da burada konuya olduğumdan daha vakıf görünmek amacıyla karmaşık ve yabancı kelimelerle dolu uzuuun bir açıklama yapabilirim aslında. Ama gerek yok. Maksat o değil. Sorunun cevabı kısaca: Küreselleşme!
Her ne kadar; her toplumsal dönüşüm hareketinin şart ve detayları kendine özgü olsa da zamanımıza denk gelen değişim dalgasının ana sebebi budur. Çoğunluk, yaşananları; internet (hatta facebook) devrimi olarak tanımlama eğiliminde. Haklılık payları yok değil. Ama bu şekilde; diğer etkenlerin payını yok saymanın da hiç alemi yok. O halde en genel, en az tecavüzkar kelimeyle özetlemek daha yerinde olur. Dedik ya: Küreselleşme…
Şöyle oluyor: Medyada çoksesliliğin, alternatif kanalların artması, internetin her türlü sansüre rağmen mutlaka açık bir kapı bulmaya imkan sağlayan gem vurulmazlığı, bireylerin uluslar arası seyahat imkanlarının artması vb. pek çok gelişme sonucunda; artık, insanlığın birbirinden daha haberli hale gelmesidir bütün bu değişimin sebebi. Giderek dünyaya daha fazla açılan insanlar; başka ülkelerde, başka insanların, kendilerininkinden çok daha farklı hayatlar da yaşayabildiğini gördüler. Görmeselerdi belki; kendi hayat tarzlarının hatta esaretlerinin alternatifi olmadığını düşünecek, hiç yeltenmeyeceklerdi devrimlerine. Ama oldu bir kere.
Dünyanın başka yerlerinde daha adil, daha özgür, daha müreffeh, daha hesap sorulabilir ve daha hesap verebilir hayatların da yaşanabildiğini görerek büyüyen yeni nesiller “Neden olmasın” dedi sadece. “Neden biz de insan onuruna yaraşır şekilde, daha adil, daha özgür, daha şeffaf ve daha müreffeh bir hayat yaşamayalım?” dediler. Belki birebir bu kelimelerle değil ama dediler işte kendilerince. Ve gereğini yaptılar. Olan budur!
Sosyolojinin Öngördüğü İlahi Sistem
Sosyoloji, öyle bir şey ki: kuralları; ırkı, dini, dili ne olursa olsun; bütün toplumları kapsıyor. Türkiye de bundan beri değil! İşbu nedenle; halihazırda yaşamakta olduğumuz yeni anayasa sürecinin de bu kaçınılmaz değişim döngüsünün tecellilerinden biri olduğu söylenebilir. Yok yok: “Söylenebilir” değil “söylenmelidir” olacak doğrusu. Başka açıklaması yok çünkü.
Yani çok yakın bir gelecekte; çağdaş, demokratik, adil, özgürlükçü, sivil ve yeni bir anayasamız olacak diyebiliriz. Demeliyiz! Her ne kadar eski düzenden ekmek yiyen bir takım çıkar grupları karşı çıksalar da, açıktan karşı çıkmaya çekinip, el altından çelme takmaya uğraşanlar çok olsa da; yeni ve sivil bir anayasamız olacak. Kesin. Engellemeye çalışanlar hiç boşuna yorulmasın. Korkunun değişime faydası yok! Değişilecek! Başka çaresi yok. Çünkü sosyolojinin öngördüğü ilahi sistem böyle söylüyor.
Dönüşüm İsteyen Yatırımını Nesle Yapsın
Bütün bunları söylerken amacım; malumun ilamı demek olan TBMM’de başlayan yeni anayasa çalışmalarının sürmekte olduğunu ve başarıya ulaşacağını haber vermek değil. Evet; ülkemizdeki dönüşüm hareketi, yeni anayasa çalışmalarıyla bir “şekle” girdi. Ama bütün bunlar birer şekilden, detaydan ibaret. Olay çok daha büyük aslında. Ve benim burada yapmaya çalıştığım da bir şekli müjdelemek değil; bir sisteme dikkat çekmek! İster ilahi deyin, ister sosyolojik; bir sistemi gözler önüne sermek. O sistemse; toplumsal dönüşümlerin anahtarının, her 30-40 yılda bir değişen, yenilenen nesiller olduğunu söylüyor. Gençler yani. Bu yazının vermeye çalıştığı tüyo da tam olarak bu: “Dönüşüm isteyen; yatırımını nesle yapsın.” Gençlere yani…