
Abdulaziz Karakuş / Genç Haber Merkezi
Cuma akşamı Üsküdar Gençlik Merkezinde, Genç Dergi’nin sponsorluğunda oynanan Hüdayi’nin Ziyafet Sofrası isimli tiyatroyu, yazı işleri ekibi olarak beraber izledik. Tiyatronun oynanacağı saat yaklaşırken biz de dergideki arkadaşlarla salonun girişinde, dergi tanıtımı yapabileceğimiz bir stant kurduk. Bu sırada içeride de oyuncular son provalarını yapıyorlardı…
Cuma günü, içimde sebebini anlayamadığım bir stres boğazımı sıkarcasına, beni daraltıyordu. Hem üzerimdeki bu olumsuz havanın dağılması için hem de derginin genel takipçilerini yakından tanımak için programımda olmadığı halde tiyatroya gitmeye karar verdim.
Salonun girişinde bir yandan gelenleri karşılarken, bir yandan da göz ucuyla genel kitleyi incelemeye çalışıyordum. Yaptığım gözlemlerde şunu gördüm: Takipçilerimiz ağırlıklı olarak genç ve bilinçli bir Müslüman kitlesinden oluşuyorlar. Kulak misafiri olduğumuz seyircilerden, bizim derginin kadrosunu merak ettiklerini işittik. Bizim de orada bulunup bulunmayacağımızı birbirlerine soruyorlardı, bizden habersiz…
Salon dolmaya başlamış, ben de en arkadaki koltuklardan birine ilişmiştim. Artık yer kalmamış bazı arkadaşlar da oyunu ayakta izlemek zorunda kalmışlardı. Osman Doğan ağabeyimizin, yönetmenliğini yaptığı oyun seyircinin yoğun merakı altında başladı.
Tirat aralarında seyircinin alkışlarla beğenilerini gösterdikleri oyun özetle şunları anlatıyor: Sokağa düşen 3 gencin, yolda yardım istedikleri bir adandan ‘kardeşim ben Hüdayi vakfı mıyım’ diye tepki almaları sonrasında, iki Kemal’den zeki olanının, bu cümleyi çözümlemesiyle, Hüdayi vakfının yolunu tutarlar. Üçüncü kişi, kimsenin kendilerine bedava aş vermeyeceğine inandığından arkadaşlarının yolunu tuttukları tarafın tersine yönelerek, vakfa giden arkadaşlarıyla dalga geçiyor.
Hüdayi vakfına giden her iki Kemal başta, Hocanın talebesinden içkili oldukları için tepki alsalar da, Hoca efendinin durumun farkına varmasıyla içeri alınıp, kendilerine gereken ilgi gösteriliyor. Yemek yiyip ısınan sarhoş arkadaşlar, kendilerine geldiklerinde bu duruma inanamamış ve her an kovulma tedirginliği içinde beklemeye başlamışlar. Lakin kovulmak yerine yemek ve sohbet vakitlerinde sofraya davet ediliyor, zamanla bu insanların gerçekten karşılık beklemediklerinin farkına varıyorlar…
İçlerinde bu iyiliklere bir karşılık verme hissine kapılıp, yumuşayan kalplerinin verdiği vicdani rahatsızlığa dayanamayarak, namaz kılmaya, oruç tutmaya başlıyorlar. Zamanla hocanın dizinin dibinde, nefis terbiyesi ve âlâ-yı illiyyîne yükselme çabası içine giriyorlar.
Hülasa, ince mesajlarla dolu oyun alkışlarla son buldu. Oyun çıkışı, genel olarak tadı damakta kalan bir yemek gibi, birçok seyircinin ortak eleştirisi ‘çok kısaydı’ oldu. Biz de bu eleştiriye katılmakla beraber, emeği geçen herkese şükranlarımızı bildiriyoruz.
Çıkışta, yıllardır görmediğim ilkokul arkadaşlarımdan Nimet Küçük kardeşimle karşılaştım. Benim için güzel bir tevafuk olan bu durum, ayaküstü bir sohbetle son buldu.
Hararetle, ‘Abdulaziz Karakuş kim’ diye, beni arayan Genç’in takipçilerinden, gen bir arkadaş, sonunda beni yakaladı. Sonra, tebessümle yazılarımdan birine eleştirel bir yorum getiren arkadaşla, yazı üzerine bir süre konuştuk. Bu konuşmayla, beni buraya getiren en büyük sebeplerden birinin de somutlaşmış olması, akşamın titreten soğuğunda içimi ısıttı.
Okuyucuyla yüz yüze görüşebilmek…