
"En kısa yoldan köşeyi nasıl dönerim?" mi, “Türkiye`nin... Hatta boşver onu: Dünyanın en ünlü yazarı nasıl olurum?” mu, “Uzayda hayat var mı?” mı, “Niçin uçaklarda paraşüt yerine can yeleği vardır?” mı, “Evli insanlar gerçekten daha mı uzun yaşıyorlar yoksa onlara öyle mi geliyor?” mu, “Işık hızında giden bir arabada farları yakarsak ne olur?” mu?... Bilmem ki ne sorsaydım. Bir insana hayatta en çok ne lazım olur?..
Cevaplanacağı Garanti Olsaydı Ne Sorardık?
Ramazan`ın son günlerinde; bir vakitler benim de bazı birimlerinde faaliyet eylediğim bir vakfın, eski-yeni eğitim gönüllüleriyle bir araya geldik. İftardan sonra keyifli bir sohbet başladı. Sohbetin ilerleyen vakitlerinde bir abimiz, sırayla hepimize: “Aklına ilk gelen soruyu sor. Cevaplayacağım.” dedi. Bildiğim kadarıyla öyle bilinen manada evliya filan değildi bu abi. Buna rağmen böyle mütevazi birisi, böyle iddialı bir çıkış yaptığına göre; ortada bir tecelli olsa gerektir diye düşündüm. Madem sorduğumuz her soru cevaplanacaktı; ne sormalıydım acaba?
Tabii ki en lazım olan cevabın sorusunu...
İnsana Hayatta En Çok Ne Lazım Olur?
“En kısa yoldan köşeyi nasıl dönerim?” mi, “Türkiye`nin... Hatta boşver onu: Dünyanın en ünlü yazarı nasıl olurum?” mu, “Uzayda hayat var mı?” mı, “Niçin uçaklarda paraşüt yerine can yeleği vardır?” mı, “Evli insanlar gerçekten daha mı uzun yaşıyorlar yoksa onlara öyle mi geliyor?” mu, “Işık hızında giden bir arabada farları yakarsak ne olur?” mu?... Bilmem ki ne sorsaydım. Bir insana hayatta en çok ne lazım olur?..
Sonunda buldum. Sonunda derken: Bütün bu soru ve düşünceler aklımdan bir anda geçti aslında. Düşünce hızı diye bir şey var. Ve enteresandır; kimse adını koymamış daha. Varsa yoksa ışık hızı. Unutmazsam ve yerim kalırsa; düşünce hızıyla ilgili bir anekdotu da sizinle paylaşmak isterim.
Başka Ne Olacaktı
Neyse... Benim sorum şu oldu: “Allah`a en hızlı nasıl gidilir?”. Başka ne olacaktı: İnsana hayatta en çok lazım olan Allah değil mi?!! Abi şaşırdı. “Onu ben bilmem.” dedi. Tam hayal kırıklığına uğramıştım ki; bir diğer çok sevdiğim abi enteresan bir oyundan söz açtı. Kardeşi ona, Ramazan`da düzenlenen ve ağırlıklı olarak muhafazakar yayınevlerinin katıldığı bir fuardan almış. Adını unuttum. Osmanlı zamanında kıraathanelerde oynanan bir oyunmuş. Oyunu hazırlayan Muhyiddin-i Arabi (k.s.) Hazretleri. Oyunda “Vuslat” denilen noktaya varmaya çalışılıyor. Yalnız oyun tahtasında yolun başlangıcından itibaren çeşitli uzunluklarda yılanlar var. Taşın, o yılanlardan birinin başına denk gelirse; en geriye; yılanın kuyruğuna gitmek zorundasın. Yılanlardan birinin başında “Kibir” yazıyor mesela. Taşın buraya gelirse, yılanın kuyruğuna, yani oyunda çok geri bir aşamaya dönüyorsun. Kibir yılanının kuyruğunda ne mi yazıyor: “Zillet”! Ders açık: Kibir zillete düşürür. Oyunun değil, hayatın kuralı bu...
İlginç olduğu kadar faydalı da bir oyun. Seyr-i suluktaki halleri ve sonuçlarını çok güzel ve sistematik biçimde öğretiyor. Oyunun adı ne ve nereden bulunur, şimdilik bilmiyorum. Ama en kısa sürede bu bilgileri ve oyunu edinip, yaygınlaştırmaya çalışacağıma emin olabilirsiniz.
Cevap...
Gelelim oyunun benim sorumla ilgili kısmına: Oyunda; nihai amaç olan “Vuslat”a doğrudan ve en hızlı ulaştıran bölmesinin adına bakın: Muhabbet!...
Kişinin Umudu Bile En Fazla Kendisi Kadar Oluyor
Abi oyunu anlatadursun ben şaşkınlıklar yaşıyordum. Önce bir tecelli mi var acaba derken, soruyu sorduğum abinin “ben bilmem” demesi üzerine, yanılmış olmanın verdiği hayal kırıklığı... Sonra ummadığın cevabın, ummadığın anda, ummadığın kişiden ve hiç ummadığım bir surette gelmesi... Ummadığım kişi Muhyiddin-i Arabi (k.s.) Hazretleri idi...
O akşam bir tecelli yaşanmıştı. Kesin. Her şey; hiç ummadığım şekillerde gelişmişti. Bu da beni başka bir yere götürdü: Kişinin umudu bile en fazla kendisi kadar oluyor. Oysa Allah; umabileceklerimizin de ötesinde... Bu idrak; bana, sonsuzluğun ne demek olduğunu anlatamasa da; sonluluğun ne demek olduğunu çok iyi anlattı.
Diğer abiler mi? Onlar “Kürt Açılımı”nı sordular.
Not: Düşünce hızı konusundaki anekdot mu? Aktaramam yerim dar. :) Nasipse önümüzdeki sayılardan birinde artık...
Kendime Not: Afferim Sinan! Öğreniyo`sun bu işleri. Böylece okuyucunun ilgisini canlı, kendi reytingini de yüksek tutmuş olursun. Hep yap bunu.
Editöre Not: Aferin öyle yazılmaz biliyorum. Ama ben kendimle bu şekilde konuşuyorum ne yapayım! :)
Editörün Notu: Aferin!