16.01.2012 14:54
Genç Haber Merkezi
5833
Abdulaziz Karakuş / Genç Haber Merkezi
Şu son günlerde sık sık hastanede refakatçi olarak kaldığım için, hayatın sınav olduğu söylemini yakinen hissediyorum. Tüm acılara rağmen hayatın devam ettiği gerçeğiyle de, şu satırları yazarken tekrar yüzleşiyor, bıraktığım yerden dünyaya bulaşmaya başlıyorum.
Ağabeyim yoğun bakımda, sabrıyla, imanıyla, hayat tarzıyla sınandığı saatlerde ben de bekleme salonunun sert koltuklarında, gecenin ürperten soğuğuyla sınanıyordum. Tam o saatlerde Şırnak Uludere`de de bir sınav başlamış bulunuyordu. Oradaki sınav ne soğuğa karşıydı -ki ona alışmışlardı zaten- ne de yoğun bakımdaki bitmez beklemelere karşıydı, direk yukarıdan `bilinmeyen ve henüz ortaya çıkarılamamış` bir el bomba yağdırıyordu. Olayda kaç canın katledildiği dışında, olayın nasıl olduğunu, istihbaratı kimin verdiğini, neden olduğunu henüz bilmiyorduk.
Aslına bakarsanız olaydan sonra yaşananlar, tüm bu soruları anlamsızlaştırdı. Yaşananlar beni bir insan olarak hayal kırıklığına uğrattı ve son üç günden beri bu kırgınlığım daha da artıyor. En başta oy verdiğim hükümete kırıldım. Dile kolay ama insan vicdanına, müslüman kalbine çok zor gelen, kabul edilemez bir olay karşısında hükümetten ertesi gün açıklama geldi. Yapılan açıklamalar da maalesef ne ruhumu ne de aklımı ikna etmeye yetti.
Yapılan açıklamalardan sonra bende oluşan izlenim `sanki çobanın otlattığı koyunlar yanlışlıkla vurulmuş da tazminatını verip olayı kapatmaya çalıştık` tarzındaydı. Üstüne Başbakanımızın, grup konuşmasına Türk Silahlı Kuvvetleri`ne (TSK) teşekkürle başlaması da tam bir fiyaskoydu. Başbakan, TSK`ya olay hakkında soruşturma açtığı için teşekkür etmiş. Ne yani 35 kişiyi öldürdükten sonra demokrasiyle yönetilen bir ülkede soruşturma da mı açılmayacaktı yoksa? Bu olay tam manasıyla aydınlatılmadan sayın başbakanımıza kırgınlığım geçmeyecek.
Gelelim `büyük medyamızın` bu olaydaki tavrına. Hemen hemen hiçbir hususta anlaşamayan demokratlarımız- cumhuriyetçilerimiz, muhafazakarlarımız-laiklerimiz bu olayda tam bir suskunluk birliği içine girmiş, sıcaklığını ruhumuzda hissettiğimiz olayı, bize göstermemişlerdir. Haber, gece 02:00-03:00 gibi Fırat Haber Ajansı`ında (ANF) geçtiği halde, merkez medyada öğleye doğru `resmi` açıklama yapıldıktan sonra `son dakika` olarak yutturulmaya çalışıldı. ANF`ye PKK`ye yakın olduğu için güvenmeyebilirsiniz ama `iddia` olarak bile haber yapılsaydı, haber değerleri açısından çok değerli olurdu. Korkum şuydu ki `ülke menfaatleri` adı altında tek elden bir emirle medyanın susturulması mıydı hem de insan menfaatleri göz ardı edilerek.
Mesela, Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni sayın Ekrem Dumanlı,Kaç kafatası bir manşet eder? adlı köşe yazısında, kendi deyimiyle `kadim medyanın` 80 darbesinin müsebbiblerinin sorgulandığı şu günlerde sessiz kalmalarını eleştirerek şu sözleri söylüyor: Düşünün; benzer bir olay Batı`da yaşansa o ülkelerin medyası bu kadar ilgisiz davranır mı? Devlete ait bir güvenlik binasının bahçesinden değil 11; bir ceset bile çıkarılsa hadise manşetlere taşınmaz mı? Televizyonlar günlerce yayın yapmaz mı?
Bizdeki basının bir bölümü niçin bu kadar suskun? İş derin devlete gelip dayanınca, o derin yapının icraatları birer birer ortaya çıkınca kadim medyanın suskunluğu artıyor. Acaba sayın Dumanlı, aynı soruları kendisine de soruyor mu? Batı`da 35 kişi, mensubu olduğu devletin uçaklarıyla bombalansaydı, o ülkenin medyası sizin kadar sessiz kalır mıydı, sayın Dumanlı? Kaç parçalanmış ceset bir manşet yapar? Ve bunun gibi onlarca soru...
Yazının ikinci paragrafında, kırgınlığımın son üç günde daha da arttığını söyledim. Bunun sebebi hangi TV kanalını açsam, gazeteyi çevirsem ve haber sitesine girsem Lefter Küçükandonyanis`in ölüm haberi, cenaze töreni ve hayatı ile ilgili haberlerin geniş bir yer almasıydı. Yanlış anlaşılmasın bu haberlerden dolayı rahatsız olmuyorum.
Lefter, Türkiye`nin önemli değerlerinden biridir, yaptığı işlerle de bu ilgiyi hak etmiştir. Ama, en azından onun için yapılan haberlerin, abartısız çeyreği o çocuklar için yapılmış olsaydı, ne güvenliğimizden sorumlu bir kurum ne de seçim dönemlerinde hizmetçimiz olduklarını iddia eden meclis üyeleri, bu kadar rahat olabilirlerdi. Dördüncü güç konumundaki medya Uludere`de sınavda kalmıştır. Medya gereği kadar üzerinde durmadığı gibi, yapılan haberlerde kullandığı dille de günahını katmerleştirmiştir. `Kaçakçılar` kelimesini ısrarla kullanıp, vurulanları `öteki`leştirerek, yapılan zulmün meşrutiyet alanı bulmasına katkıda bulunmuştur.
Son olarak Uludere`de sadece ölenler ve yakınları sınanmadı, askeriyle, yargısıyla, hükümetiyle, muhalefetiyle ve medyasıyla bütün ülke zor bir sınava tabi tutulmuştur. Hayırlı sınavlar...