Canan Yörükoğlu
Son on yıldır gençlik olarak sergilediğimiz duruşu sorgulamanın, şapkamızı önümüze koyup düşünmenin zamanı gelmedi mi hala? Bu topraklarda doğup, bu topraklarda büyüyüp, bu topraklar için tavır koyduğumuzu söylerken yaptıklarımıza dikkat ettik mi hiç? Nasıl başardık Converse flamalarla yürümeyi, kapitalizmin suratına Nike ayakkabılarımızı fırlatmayı? Binlerce yıldır kendi değerleri ile Dünya’ya düzen veren bir milleti nasıl başkalarının simgelerini kullanarak savunmaya çalıştık? Nasıl düştük bu hataya? Böyle cami kapısına bırakılmış, anasını bilmeyen, babasına öfkeli çocuk tavrı ile nasıl soyutladık kendimizi bu topraklardan ve bunu bilmeden, bunu fark etmeden, fark etmemizi isteyenlerin fikirlerini kabul etmeden nasıl aşındırdık yolları ve beyinleri yıllarca? İşte bunları çarpıyorum beynimin duvarlarında günlerdir. Perhiz ediyoruz derken yediğimiz lahana turşularını düşünüyorum. Kuşların kuyrukları ile nasıl böyle ters düştüğüne akıl yetirmeye çalışıyorum.
2006 yılında Genç Siviller spor ayakkabıları ile ortaya çıktığında sormuştum aslında ilk soruyu kendime. Gençlik spordur, farklılıktır; resmiyeti simgeleyen klasik ayakkabıya karşı bu spor ayakkabı bizi temsil edecektir düşüncesi ile attıkları adımlara bakmıştım, bir de kullandıkları sembollere. Gençlik arasında moda olan, sahteleri de asılları kadar piyasa bulan, aslını giymenin sosyal statü belirttiği Converse marka ayakkabıya ne kadar benziyordu. Ayrımcılığa karşı bir bildiri ile ortaya çıkarken gençlerin kendi aralarında Converse giyenler, sahte Converse giyenler ve Converse giymeyenler diye ayrıldığı bir ortamda bu ayakkabı nasıl da bir tezat oluşturmuştu kafamda. Başka bir marka diye geçiştirilmek istense dahi hangi gence sorsak bu Converse derdi. Ben de öyle dedim. Bu Converse flamalı arkadaşlar sivilliği pabuca bağladılar da neden bu Anadolu’nun yıllardır giydiği çarık değil de Amerikan ordusunun II. Dünya Savaşı’nda toplu halde giydiği, yıllarca Amerikan propagandasının baş aktörlerinden olan Converse oldu dedim.
Tek doğru kendisininki olan, başka doğruların yanlış olduğunu, insanların yandaş veya düşman, kullanılanlar veya kullanılmayı reddedenler diye adlandırıldığı bir Dünya’nın bu sert sembollerini bu bünyeye uydurmaya çalıştığımız gün kaybetmiştik biz bu savaşı. Az gelişmiş yaftasını boynumuza gururla astığımızda başladığımız geri çekilişimiz, aydınların başka dünyalara kaçışı ile hız kazanan mağlubiyetimiz bu hal ile doruğa ulaşmıştır artık. Ve bu zamanla bir cinnet halini alacak, kaçılması imkânsız bir cendereye düşülecektir.
Çünkü Anadolu’da denildiği gibi: “Elin eşeğine binen, çabuk iner.”