
Muhammed Ali de ezilen ve zulme uğrayan Müslümanlara galibiyeti getirdi. Tüm dünya ayağa kalktı ve milyonlarca gencin hayatında bir ihtimal daha belirdi. Futbolun getirdiği umut da budur bizim için.
Aslında, bu yazıyı biraz da futbolun anlamıyla ilgili tartışmalara nokta koymak için yazıyorum. Neymiş? Modern çağda birey varoluşunu açıklayan birçok değerini yitirmiş, buna karşılık futbol gibi bazı ritüeller ortaya çıkmış. İnsanların futbola şiddetli ilgisi, kazandıklarımızı değil yitirdiklerimizi sembolize ediyormuş . Futbol kapitalizmin ürettiği en büyük uyuşturuculardan biriymiş. Futbolcular modern kölelermiş. Sonra? Taraftarlık din dışı bir kitle milliyetçiliği üretiyormuş. Holiganlar da lümpen ırkçılığın bir tezahürüymüş. Fenerbahçeliler Galatasaraylılar birbirlerini ötekileştiriyormuş ve bu toplumsal ayrışmayı hızlandırıyormuş. Ha bir de Franko ne demişti? İspanya’yı 3-F ile yönettim: Futbol, flamenko, fiesta.
Sıkılmadıysanız devam edelim. Futbol, alt sınıf ve kültürdeki insanı kontrol altında tutmanın en önemli aracıymış. İnsanlar oyalanıyormuş, muhtemel isyanlar ve ihtilaflar önleniyormuş böylece. Futbol iktidarsızların eylemiymiş; patrona karşı güçsüz durumdaki işçi, takımının maç kazanıp şampiyon olmasını kendi başarısı gibi görüp patronuna karşı bir zafer kazanmış duygusuna kapılıyormuş. Benzine yapılan zam genelde derbi maçların olduğu güne denk getiriliyormuş. Durmayalım, daha geriye gidelim: Bahçe insanın doğayla ilişkisiymiş, birey doğadan kopmaya başlayınca sahalar ortaya çıkmaya başlamış. Taraftarlık olgusu çarpık ve anlamsız bir coşkunluğun, bastırılmanın göstergesiymiş. Maçlarda yaralanan ve ölen insan sayısı şiddetli bir ikazmış bizim için, eh işte mümkünse statlardan uzak duralımmış. Sonuçta, akıllı insanın işi değilmiş futbol takip etmek, taraftarlık falan...
Yukarıdaki iddiaların hiçbirine katılmıyorum. Bu tespitler fazlaca abartılı ve toplumsal karşılıktan yoksun. Bir kısmı ise beyaz Türklerin seçkinciliğini yansıtıyor. Basketbol ve tenisi futbolun karşısına koyuyorlar sonra. Kendimi bildim bileli futbol oynayan ve takip eden biriyim. Şampiyon olan bir takımın taraftarları sokağa dökülmüş “Oğoğo ooo” diye bağırıyor. İletişimci sosyolog da bunu barbar ritüelleriyle açıklıyor. Ne alakası var? Bu tür izahlardaki tercüme mantığa, kolaycılığa şaşıyorum. Bizi bizle açıklayın kardeşim. İnsanlar bir takımı tutuyor, bir maçı kazanıyor ve seviniyor. Bu kadar. “Oğo oo” gayet estetik bir sesleniş, o ambiyansı hissedebilenler için. Bazı insanlar sadece eğlenmek için bazıları da bir şekilde hayata tutunmak, güncel kalabilmek için futbolu takip ediyor. Sosyal olarak, adamın elinde sadece futbol var gibi bir şey yani bu. Başbakan TV’de sigaranın zararlarını açıklayıp yasağın faydasından söz ederken; Neşet Ertaş, fakirin elinde bir cigarası var onu da mı alacaksınız, diye cevap veriyor. Bunun gibi bir şey bazı insanlar için futbol. Adam siyaset konuş(a)mıyor futbol konuşuyor. Kırşehir’in Adana’nın Rize’nin bir kasabasındaki genç için güncel siyaset fazlaca kapalı ve şikeli bir alan. Partiler muhalefetler hükümetler gladyolar Amerikalar bir takım ilişkilerle dünyayı yürütüyor. Futbol ise, oyuncuların yetişmesinden parlamasından silinmesine kadar gözler önünde gerçekleşen bir şey. Sahadaki mücadeleyi izliyorsun gözlerinle. Bu açıklık ve somutluk karşısında, genç arkadaş elbette futbola daha çok zaman ayıracak. Siyasi ilişkiler ve partiler bu açıklığı ve dürüstlüğü taşısaydı, siyasete atılmayı tercih edecekti belki de. Bunu görebilecek yakınlıkta mısın halkına?
Avrupa’da refah seviyesi yüksek demokratik ülkelerde çok fazla insan uyuşturucu kullanıyor. İngiltere’de ciddi bir kitle ya uyuşturucuyla eriyip gidiyor ya rap kültürü içinde bir hayat tarzı kuruyor ya da futbolcu oluyor. Fenerbahçemizdeki Kazım Kazım da bunun bir örneği işte. Çek Cumhuriyeti maçından sonra Arda, hapishanelerdeki vatandaşlarımız ekonomik krizdeki halkımız yoksul ve sıkıntılı insanlarımız için çıktık oynadık ve kazandık, demişti. Bunu milyonlar izledi. Ve Adana’nın bir köyündeki 15 yaşındaki çocuk için umut oluyor o anda Arda. Çocuk, küçük odasında Arda’nın posteriyle yatıp kalkıyor. Sıkışmış, sıkıştırılmış gençler için umut! O köydeki bir zekanın yeteneğin kendini gösterebilmesi için, cesareti için bir umut! Muhammed Ali de ezilen ve zulme uğrayan Müslümanlara galibiyeti getirdi. Tüm dünya ayağa kalktı ve milyonlarca gencin hayatında bir ihtimal daha belirdi. Bunu kimse küçümseyemedi ve küçümseyemez! Bağdat bombalanırken sırtında Hasan Şaş formasıyla kaçan çocuğun fotoğrafı herkesin aklında. Futbolun getirdiği umut da budur bizim için. Mustafa Kutlu demiş ki, dünyanın en trajik şeyi bir yeteneğin kendini gösteremeden kaybolup gitmesidir. Adana’nın köyündeki o yeteneğe inanıyoruz. Futbol öncelikle böyle bir değer ve imkandır. Sosyologlar yabancı dillerde uçarken, biz bu sefer, futbol sadece futboldur diyelim.
Sonra, futbol sadece alt kültürdeki düşünce üretemeyen insanların uğraşı değil. İnsanların uyutulduğu klişesi bir hikayeden ibaret. Halk gayet uyanık ve neyin ne olduğunu biliyor. Benzine zam yapacaksan yaparsın zaten, derbi günü olmasa ayaklanacak mıyız sanki. Halk da gücünün sınırını biliyor ve elinden geleni sandıkta yapıyor. Ayrıca, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Cemal Süreya, Çetin Altan, Mustafa Kutlu… gibi futbol tutkunu insanların ürettiği düşünceyi kim görmezden gelebilir? Ayrıca benim kişisel gözlemim: 1985 civarında doğup futbola ilgisiz arkadaşların toplumsal duyarlılığında da zayıflık görüyorum. Bu tek tek herkesi açıklamaz, fakat çoğunluk böyle. Futbola ilgisi sıfır ya da sıfıra yakın olanın, farklı ideolojideki insanlara ve toplumsal meselelere ilgisi de sıfır civarında. Bunu, 90 kuşağının daha sosyal, gerçekçi, mücadeleci ve futbolla alakalı, 80 kuşağının ise daha ilgisiz, içe kapanık, bireysel ve elitist oluşuyla da örnekleyebiliriz.
Taraftarlık konusuna gelince, kimse küfrü şiddeti holiganlığı savunmuyor zaten. İtidal, istikrar ve doğruluk üzerinde yaşayan insan tribünde de bunu gösterir. Sloganlarındaki inceliği de görürüz. Örnek: Çarşı grubu. Kötü, kıskanç ve kindar insan tribünde de kötüdür. Türkiye ne haldeyse tribün de o halde. Taraftarlık ise başlı başına harika bir şey. Bunu hisseden bilir. Modern birey vardı ya işte o içe kapanık, yalnızlaşmış, kaygısızlaşmış bireyin sivil itaatsizliğini, muhalefetini, mücadele ruhunu ateşliyor taraftarlık. Yalnızlaşmaya ve iddiasızlaşmaya karşı bir araya gelme, gruplaşma, cemaatleşme ve iddia! Sadakat. Hep destek tam destek. Taraftarlık budur. Futbola sadece büyük paralar ve piyasa döndüğü için önem atfetmeye başlayanların da görmediği şey bu. Futbol sadece kupa kazandığımızda ülkemizin reklamına yarayan bir oyun değil. Ama, aynı zamanda Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar en büyük tanıtım gücümüz.