Lüks yemeklere, pahalı elbiselere, takılara, kıymetli hediyelere hiç gerek yok. İnanmayacaksınız belki; ama küçük bir kesme şekerle bile mutlu olabiliyor.
Onun adı Hirolinda… 16-17 yaşlarında güzel bir Bulgar kızı; ama doğma büyüme İstanbullu… Yaklaşık iki yıldır onunla beraberim. Bakınız “beraberim” diyorum, “çıkıyoruz” demiyorum. Aramızdaki ilişkiyi “çıkmak” veya “flört” olarak isimlendirmek istemiyorum çünkü. Hirolinda ile aramızda olan duygusal bağı “seviyeli bir ilişki” diye tarif etsek daha doğru olur. Çünkü birlikte olduğumuz zamanlar birbirimize karşı son derece bilinçli bir şekilde yaklaşıyoruz. O beni incitmek istemiyor, ben de onu…
Mesela ben onunla beraberken neler yapıyoruz?
Bildiğiniz, masum küçük şeyler işte canım! Birlikte yürüyoruz, hatta zaman zaman koşuyoruz, daha çok onunla birlikte spor yapıyorum. Koşu parkurundaki küçük bazı engelleri onunla birlikte aşıyorum. Kısacası o benim spor arkadaşım. Çok sportmen bir kız, düzgün, ölçülü ve güzel bir fiziği var, güçlü bir kız…
Bütün bunlar bir tarafa, çok güzel bir kişiliği var, tam bir sadakat örneği… Gözü de gönlü de tok. O yaşta bir bayandan bekleyemeyeceğiniz derecede kanaatkâr… Onda en çok sevdiğim özelliklerden birincisi de bu bence… Lüks yemeklere, pahalı elbiselere, takılara, kıymetli hediyelere hiç gerek yok. İnanmayacaksınız belki; ama küçük bir kesme şekerle bile mutlu olabiliyor. Demir bir halkayı süs olarak kullanabiliyor.
Hatta zaman zaman içime bir sevinç ve coşku doluverdiği ânlarda kendisini öpmeme bile izin veriyor. O da küçük masum bir öpücük…
“Evli barklı insansın, çoluğun çocuğun var!” mı dediniz? Nâfile yere tüketmeyin nefesinizi… Ben ne eşimin ne de çocuklarımın yüzüne bakamayacağım bir ayıp işliyorum. Hem bendeniz, Hirolinda ile eşimi tanıştırdım bile!... Bizim hanım çok takdir etti beni! “Âferin be Harun! Bu zamanda böyle temiz bir kız arkadaş bulmak vallahi zordur hani!” dedi.
Bizim çocukları derseniz hiç sormayın; Hirolinda ablalarını çok sevdiler… Sağolsun Hirolinda’nın çocuklarla arası çok iyi. Hatta süper… Çocukları alıp sırtına, hoplata zıplata öyle güzel koşturuyor ki, çocukların neşesini sormayın…
Ne? “Sen ne biçim bir insan evladısın? Sen de hiç utanma arlanma, namus hayâ yok mu?” mu diyorsunuz?
Neden? Ne alakası var? Bunun nâmusa halel getirecek bir yanı mı var ki?
“Bir de beraber olduğu kızı eşiyle tanıştırmış. Yuh!” mu diyorsunuz?
İyi de neden bana yuh oluyor ki? Hem siz beraberliğimizi neden bu kadar abartıyorsunuz? Doğrusu ben anlamakta epey zorluk çekiyorum. Ne var bunda?
Bir insanın, Binicilik Okulu’nda tanıdığı bir hayvanla beraber olup onunla vakit geçirmesinde ne günah olabilir ki? Ne yani, bir atı sevmek günah mı? Günah mı? Günah mı? (Yazıda da yankı olur mu? Yaparsanız olur…)
Ay, ay aayyy! Siz Hirolinda’yı insan mı zannettiniz yoksa! Hay Allah sizin iyiliğinizi versin e mi sevgili okurlarım! O bir at! Kuyruğuyla, yelesiyle, dört bacağıyla bildiğiniz at… Yarış atı…
Vallahi çok ayıp ettiniz ama! Günahımı aldınız şimdi!
“Sû-i zanda isabet etmektense hüsn-i zanda isabet edememek” düstûru nerede kaldı! Haaa… Nerde kaldı? Nerde kaldı? Nerde kaldı?
Karşı cinsten bir insanla olan ilişkilerinde belirli kurallara uyması gerektiğini düşünen namus ehli bir insan hakkındaki bu kötü düşüncelerinizi doğrusu size hiç yakıştıramadım muhterem okurlarım. Çok fitne fesatsınız var ya!
Hem Allah aşkına kuzum söyler misiniz? Bir kesmeşekere tav olacak insan evladı kızı siz nerede gördünüz yaa! Erkek arkadaşının eşiyle tanışıp çocuklarını sırtında gezdirmesi de işin cabası…
O zaman şu sizin yanlış anlamanızı bir kere daha bertaraf etmek için işi en başından açık seçik anlatalım. Hirolinda bir insan değil, yarış atı. Biz onunla binicilik okulunda tanıştık. Hepsi bu kadar… Haaa, bir de binicilik derslerine ilaveten onunla bazen hasbihal edip dertleşiyoruz da!
Gerçekten, şaka yapmıyorum!
Ne yani, siz bir atla konuşamaz mısınız?
Şaşırmadım doğrusu! Şurada yazdığım iki satır yazıyı bile doğru dürüst anlayamıyor, meramımı bilmem nerelere çekiyorsunuz. Tutup bir de atla mı hasbihal edeceksiniz?
Onun için siz en iyisi, Hirolinda ile hasbihali bana bırakın! Ben de muhabbetimizin hoşunuza gideceğini tahmin ettiğim kısımlarını sizinle paylaşayım.
Bir gün yine biz Hirolinda ile böyle ders falan yapıyoruz, dörtnala koşmaktan o da yoruldu, ben de yoruldum…
“Hadi” dedim, “biraz adeta yürüyelim de hem sen hem de ben dinleneyim…” Sonra aklıma takıldı bir sorayım dedim…
“Hirolinda, söyler misin bana! Koşan sensin, bir baksana ben de senin kadar terledim. Yorgunluğumu ise anlatamam! Ölüyorum sanki!”
“Aaahh aahh.. Hiç sorma Harun!” dedi ve çifte atar gibi bir cevap yapıştırdı.
“Koşan sensin dedin; ama bir şeyi unuttun. Koşarken seni de sırtımda taşıyorum. Sen ise eğerin üzerinde bir oturup bir kalkıyorsun. Topu topu bütün yaptığın bundan ibaret! Ha bir de yorulunca, “Hadi dinlenelim” diyorsun! Birilerinin sırtına yük olan insanların genel tavrı budur herhalde. Senin için koşuşturup duran insanlar, oturduğun yerde önce seni yoruyor değil mi; komik! Ve sana şikâyet etmek kalıyor sadece. Ne demiş atalarınız: Bütün yükü öküz çeker; ama kağnı inleyip durur.”
“Bak bu dediğine gücendim şimdi!”
“Bak bir de kendine laf ettirmez, hemen gücenirsiniz. Yahu seni ben taşıyorum, bana binmeyi doğru düzgünbilmiyorsun, zırt pırt kamçıyla vurup duruyorsun, iki kelimelik laf ettim mi de tutup bir de güceniyorsun! Hah! Eh bakalım hayatımın kuralı kâidesi böyle yazılmış. İtiraz bana düşmez!”
“Hayat dedin de Hirolinda! Atlar kaç yıl yaşar?”
“Aşağı yukarı 15-20 sene falan…”
“Azmış be Hirolinda yaa!”
“Az mı? Allah’tan kork! Kelebeğin ömrü için üç gündür derler.”
“Yahu kelebeğe ne bakıyorsun sen? 150 sene yaşayan kaplumbağalar var. Baksana şu çınara, dikileli nereden baksan 400 yıl olmuştur. Kendi hâline bıraksan bir 400 sene daha yaşar rahat rahat… Şu dalda gaklayıp duran kötü karga bile 100 seneden fazla yaşıyormuş…”
Karga bunu duyar da durur mı? Başladı ciyak ciyak bağırmaya:
“Doğru konuş zırtapoz! Ben ki Sultan Abdülhamit Hân Hazretleri merhûmu görmüş, Yıldız Sarayı bahçesinde zât-ı şâhânenin dest-i saâdetlerinden nice günler yem yemiş bir ulu kargayım, sen kimsin de bakalım?”
Ağaçtaki diğer bütün kargalar bana gülerken ne cevap verebilirdim ki!
Allah’tan Hirolinda karganın dediklerini fazla ciddiye almadı da beni tekrar kendisiyle hasbihâlin içine çekti.
“Aah Harun bir de sen insan olacaksın, sözde aklın var! Hayat dediğin sadece kaç yıl yaşadığından mı ibarettir. Önemli olan ömür sermayesinin ne kadar olduğu mu sadece? Yoksa bu sermayeyi nasıl harcadığın mı? Mesela siz insanlar 70-80 sene yaşasınız değil mi? Bense 20 sene… İyi de 80 yıllık ömrünün, üçte birinde uyuyup benim yaşadığım hayattan fazlasını uykuda geçirirken, sen benden fazla mı yaşamış oluyorsun.”
Bırakın verecek cevap bulamamayı, az kaldı Hirolinda’nın üzerinden düşüyordum. Çınar ağacındaki bir alay karga ise yine gülüyorlardı hâlime.
“Haklısın be Hirolinda, senin bütün hayatın ibadetken benim 80 senede topu topu 2 veya 3 sene ibadetim ya var ya da yok. Ömrümün o kadarı tuvalette-banyoda veya yemekte de geçiyor hâlbuki. Bak şimdi, Allah Rasûlü’nün bir hadîs-i şerîfi geldi aklıma:
“Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebâreke ve Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir.” (Ahmed, III, 439)
“Yaaa! Ömür dediğine seneyle ayla kıymet biçilmez Haruncuğum! Ölse de bir canlı, ardında kalan canlar için hayat bahşeden bir soluk bıraktıysa ona ölü denmez. Şimdi sen yaşıyorsun da, toprağın altına girenlerin hepsi ölü mü? “Hayat” dedin mi “ne kadar” değil “nasıl” yaşadı diye sorarlar. Bakalım dediklerimi anlamış mısın Harun?”
“Kelebek üç gün yaşar.” değil mi Harun?
“Yok Hirolinda, öyle değil; çiçeklerle birlikte rengârenk yaşar, uçarak yaşar.
“Ben yirmi sene yaşarım değil mi?”
“Hayır, koşa koşa yaşarsın, seni diğer hayvanlardan ayıran bir özelliğin vardır. Uykularını süsleyen rüyalar görürsün.”
“Ama bak şu kaplumbağa benden çok yaşar!”
“Olsun Hirolinda! Lakin hayatı sürünmekle geçer; ama yine de iyidir. Mesela ev bark derdinden tasasından âzâdedir. Yavaşta olsa onun hayatının da bir ritmi vardır.
“Peki dört yüz yıldır şurayı işgal edip hiç yerinden kıpırdamamış olan şu hantal çınara ne demeli?
“Dört yüz yıldır kim bilir kaç gariban kuşa yuva, kaç bağrı yanığa gölge olmuştur. Taşa kıyas edersen çınar oksijen pınarıdır Hirolinda...”
“Ben senin yerinde olsam taşa da kötü demem! Çünkü bütün bu saydıkların gibi taş da bir gün insafa gelir toprak olur gider… Peki o zaman hangisi en kötü hayattır?”
“E onu da sen söyle Hirolinda!”
“Bütün bu saydığın hayatlar birer birer toprak olurken, onların akıbetine özenip de “Keşke ben de toprak olsaydım!” diyeceklerin hâli var ya! Bak işte onların ki pek bir fenadır!”
“Eyvallah Hirolinda… Hadi bana müsaade… Ben Umreye gideceğim!”
“Sağlıcakla git, bizi de dualarında unutma! Ha bir de şunu unutma: Kişi hacı olmaz gitmekle Mekke’ye. Eşek derviş olmaz taş taşımakla Tekke’ye!”
“E giderayak bir de çifte atsaydın be Hirolinda…”