
Murat Sözer
Dininin sekülerleşmesi, bir müminin yutmaması gereken bir şeydir. Dinin sekülerleşmesi, toplumsal ve hukuksal hayatta, dinin yerinin olmaması demektir. Dinin, hayatımızın merkezinde duran ve onu düzenleyen bir şey olmaktan çıkıp, herhangi bir şey olması… Yani spor, sanat, eğitim, magazin, din… gibi. Bu ise tanımı gereği İslam’a terstir.
Son dönemlerde, yerli basının kimi cenahlarında İslam’ı -sözüm ona- anlamaya yönelik ortaya atılan bazı tavır, refleks ve yazı dizileri üzerine konuşacağız. “Sözüm ona” anlamak dedik, çünkü bu tanı(ş)ma hamleleri tersten bir ilerleyiş göstererek, tam tersine İslam ile yabancılaşmanın önünü açmaya yönelik işliyor.
İslam’ın Avrupa bilincindeki bir edebi travma olarak tebarüz ettiğini söyler Edward Said*. Osmanlı’yı kapısına dayanmış olarak bulan bir Avrupa’yı düşündüğümüz zaman, bu durum kafaya çok yatkın görünüyor. Fakat İslam’ın -kendi vatanı olan- Türkiye’de, kimi cenahlarda bir travma etkisi yarattığını görmek ilginç bir durum.
Ayşe Arman’ın geçtiğimiz günlerde başörtüsü takıp, “mahalle mahalle dolaşarak baskı aradığını” biliyoruz. İşte bu tam da Edward Said’in kültür dünyamıza kazandırdığı oryantalizmin yerli bir şekle bürünmüş halidir. Başka bir ideolojik duruşun yahut inancın tanımlanması, istenilen kalıplara sokulması için “onun yerine geçme, onun içinden onu kavrayıp, kavratma” çabasıdır bunlar. Oryantalizm yerli olunca, normalinden daha da mide bulandırıcı oluyor işte bu noktada. Bir sürü teknik ayrıntıdan bahsedebiliriz Ayşe Arman’ın yaptığı saçmalıklarla ilgili: mesela, baskıyı Nişantaşı’nda, kumsalda, kafe yahut barlarda değil bir devlet binasında, bir okulun kapısında, herhangi bir kamusal alanda ara bakalım. O zaman görürsün başörtülü kızların uğradığı zulmü, baskıyı…
Bir de, akıl sağlığı yerinde olan yahut zeka düzeyi 12 yaşın üstünde olan herkes kavrayabilir ki, herhangi bir ideoloji yahut inancı temsil eden simgeleri takıp, ondan sonra da hemen o ideolojiye sahip insanlarla kusursuz bir empati kurmak imkansızdır. Kafayı kazıtıp sokakta dolaşınca, kellerin Türkiye’de uğradıkları olumlu yahut olumsuz tavırları anlayabileceğini sanmak gibi bir şey bu. Hem, bunu yapan insan yarın öbür gün, karşı cenahtan birinin bunu tersten yapabileceğini hiç mi düşünmüyor. Yani, birisi kafasını açıp, açık saçık giyinip sonra da “Türkiye’de “hafif meşrep kadınların” uğradığı baskıyı yerinde tespit ettim” derse ne olacak? Böyle bir tahriki barındırdığını hiç mi düşünmüyor bu insan yaptığı hareketin? Oysa açık giyinen kişilere nasıl “hafif meşrep” demek haksızlıksa, “başımı kapayınca çok çirkin oluyorum, kimse bana bakmıyor” gibi şeyler saçmalamak da haksızlıktır. Çirkinsen çirkinsindir. Kafana bandana yahut başörtüsü tak yahut takma. Kendi hayatını yaşayış şekline bak ama sen. Kimse adına ve kimse için deneyler yapma. Bu cehaletten başka bir şey değildir.
Tabii bu eğilimin son dönemde çok fazla kullanılması boşuna değil. Kültürel iktidarı elinde bulunduran odaklar, karşı cenahın da gündemini belirlemek için, bu tarz projelere imza atıyorlar. Ahmet Arsan diye bir ahlaksızlık boşuna atılmadı ortaya. “Bizim mahalle” diyor, fakat bizim mahalle diyen kişinin bizim mahalleden olmadığı çok açık. Kültürel iktidar, “bize” bizim mahalleyi kendi işine geldiği gibi tanıtmak için böyle ahlaksız projelere başvuruyor. Ahmet Arsan gibiler ise, sadece kendini satmakla kalmıyor, yerli oryantalizmin de çok önemsiz, zayıf bir halkası olarak çırpınıp duruyorlar.
Hürriyet Gazetesi geçen günlerde bir ek verdi. “Hicret’in 1430. yılı anısına Mekke ve Medine” alt başlığıyla çıkan ekin ana başlığı “Kutsal Topraklar”. Ha ne güzel dedim, hemen “kötü niyetle” karşılamadan. Açıp biraz baktıktan sonra kötü niyetin bende olmadığını yine anlayıp üzüldüm. Bilhassa Hürriyet gazetesi bu tarz yönelimlere çok sık başvurur oldu son dönemde. İster istemez bu ilgisini çekiyor insanın. Size bu eki uzun uzadıya anlatmayacağım. İnternetten bulup bakabilirsiniz sanıyorum. Fotoğrafların açılarına dikkat edin yalnız. Bir de metinlerdeki mesafeye dikkat edin. Fikir edinmeniz açısından, birkaç küçük örnek cümle alıyorum aşağıya:
“İslam inancına göre Kabe, melekler tarafından yapıldı(…) Kabe’nin etrafını 7 kez dönmek anlamına gelen “tavaf” asırlardır hiç bitmeden devam eden bir eylem.”
Burada, “İslam inancına göre” ve “…tavaf asırlardır hiç bitmeden devam eden bir eylem” cümlelerindeki mesafeye dikkat ediniz. Esasında bu Ahmet Hakan’ın Hürriyet’te yazmasıyla başlayan bir süreç.
Bu süreç çok geniş bir proje. Ben yalnızca bunlardan bazılarından bahsedeceğim. Ki bu “bazılarını”, sağ cenahın da yuttuğu tatlı göz kırpmalardan seçtiğimi söylemem gerekir. Örneğin, Ahmet Hakan ve Ertuğrul Özkök’ün umreye gitmeleri mevzuu. Bu olay basında oldukça yankı buldu. Sağ cenahtan insanların da (okurların) hoşuna gitti bu yazı dizisi. Neden hoşlarına gittiğini sorarsanız, işte o tahminlerime dayanarak vereceğim cevaplardan meydana gelir. Yani “Kutsal Toprakların da propagandası” yapılmış oluyor, iyidir filan mı diyor insanlar. Yahut Ertuğrul Özkök adına mı seviniyorlar, imana geldi diye? Ertuğrul Özkök’ün, umreden dönünce “içkiyi bırakmayacağım, namaz kılmayacağım” gibi açıklamalar yaptığını düşünürsek, bu ihtimal de zayıflıyor. Bunların hangisinden dolayı sevindiğini bilemeyiz sağ camianın.
Bildiğimiz bir şey varsa, o da Hürriyet’in tirajının bu tarz yazı dizileriyle beraber arttığıdır. Yani örneğin Tarkan’ı seven büyük bir kitle vardır. Siz de gazete olarak o gün Tarkan’la röportaj yapmışsızındır, o gün Hürriyet’in tirajı artar. Böyle böyle her gün başka bir “kaynak” bulursanız, okur kitlenizde bir süreklilik olmuş olur. Hürriyet’teki bu bahsettiğimiz genel eğilim ise, bence sadece tirajı hedefliyor demek saflık olur. Burada yapılan, laikliğin tam manasıyla uygulamaya geçirilmesinden başka bir şey değildir. Nasıl yani mi? Açıklayacağım.
Açıklamadan önce, bu eğilimin sadece Hürriyet’te değil, Posta, Akşam gibi kültürel iktidara yakın gazetelerde olduğunu söylemek lazım. Posta Gazetesinde, Haydar Dümen denen kişinin, saçma sapan cinsellik sayfasını çevirdikten sonra “dini sayfa”yı da görmeniz mümkündür. Hatta bu tarz “dini sayfalar”ı (ne demekse) sağ basında bile görmek mümkün. Ama bizim konumuz “sola yakın” odakların, laiklik söylemini öne sürerek okura yönelen gazetelerin İslam’ı bir sayfa konusu yapmalarıdır. Bunun sebebini, zihinsel alt planının ne olduğunu açıklayacaktım size…
Laiklik: Dinin Sekülerleşmesi
Dininin sekülerleşmesi, bir müminin yutmaması gereken bir şeydir. Yani ilkokuldan beri duyduğumuz, “laiklik: din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır” cümlesinin meali budur; dinin sekülerleşmesi. Dinin sekülerleşmesi, toplumsal ve hukuksal hayatta, dinin yerinin olmaması demektir. Dinin, hayatımızın merkezinde duran ve onu düzenleyen bir şey olmaktan çıkıp, herhangi bir şey olması… Yani spor, sanat, eğitim, magazin, din… gibi. Bu ise tanımı gereği İslam’a terstir.
İşte gazetelerde gördüğümüz, “dini sayfalar” fenomeni de bununla ilişkili bir şey. Dinin ayrı bir yere konup, onu birkaç sayfa verilip pakatlenecek bir şey olarak algılanması çok tehlikeli. Sayfaları çevirirsiniz ve spor, ekonomi, yorum, cinsellik, magazin ve din… Hepsi gibi din de hacmi belli bir “bölümdür”.
İşte son dönemde Hürriyet’in yaptığı da bu zihinsel işleyiş üzerinden, İslamcıların gündemlerini bizzat belirlemek arzusudur. Ahmet Arsan’ın bizim mahalle diyerek yazdıkları ki ben kendimi onun mahallesinde görmüyorum. Ama bir şekilde güya bizim mahallenin gündemini Hürriyet gazetesinde birisi belirlemiş oluyor. Ayrıca en önemlisi şu ki; eğer bizim mahalle söylemindeki “biz” Müslümanlar ise, o mahalle bütün Türkiye’yi kapsar. Onun gündemini Ahmet Arsan gibi soytarılar belirleyemez. Bunun dışında, Ahmet Hakan’ın yazıları, Ertuğrul Özkök’ün umre maceraları, Ayşe Arman’ın başörtüsü maceraları ilh. Bütün bunlar bir furya olarak da görülebilir. Bir proje olarak da. Siz ne olarak görüyorsunuz. Hoşlanıyor musunuz? Yoksa rahatsız mı oluyorsunuz? Hangisi…
* Edward W.Said, Şarkiyatçılık, Metis Yay.