
Yüz için harita gibidir diyorlar. Yüzüne bakınca kişinin kim olduğunu az çok anlarmışız. Doğru. Daha da çok anlamak için gözlere bakmalıyız. Yüz haritaysa, gözler ayna.
Gözlerine bakıyorum şimdi… O derin bakışlar nereye odaklanmış bilmiyorum. Bunun bir önemi de yok zaten. Sen nereye bakıyorsan ibretle bakarsın. Yıllarca kaldığın hapishanede hakikate dair ibretler çıkarmaktan ve bunları kağıt yokluğuna rağmen yazmaktan geri durmamıştın. Bunca yıl ızdıraplarla pişmesen nasıl Aliya olurdun, nasıl bütün bir milletin kaderini omuzlarına yüklenirdin ki, öyle değil mi?
Seni sen yapan Bosna’ydı. Seni sen yapan sırtlandığın vazifeydi. Aslında sen bunu sadece halkının kurtuluşu için yapmıyordun. O kadar basit değildi çünkü. Bu vazife yalnızca bir halkı ölümden kurtarmak için sırtlanılmazdı. Yoksa şu dünyada nice muzaffer komutanlar kolayca Aliya olabilirdi. Ama bugün Aliya olmak demek, yalnızca bir komutan olmak, yalnızca bir devlet başkanı olmak değil, peygamberâne bir şefkat ve sevgiyle bütün insanlığı kucaklamak demek.
Bakıyorum da Bosnalı bir köylü çocuğuyla yan yana, en az onun kadar masumane oturup izliyorsun olan bitenleri. İşte senin karakterine yansıyan peygamber sıfatlarından birine daha şahitlik ediyoruz. Peygamberimiz de yeri geldiğinde celâlli bir komutan, yeri geldiğinde en ağırbaşlı devlet başkanı, yeri geldiğinde ise torunlarıyla oynayan bir dede değil miydi?
Şimdi sen, Bosna’nın kim bilir neresinden ufak bir çocukla yan yana oturmuş olanları seyrederken aklından neler geçiyor bilmiyoruz. Ama bizim aklımızdan kurtuluşa dair heyecanlı düşünceler geçiyor:
Yıllardır acılarla yoğrulan bu toprakların yeni bir başlangıcın eşiğinde olduğu şu zamanlarda gelsen de ibretle izlesen halimizi. Önce derin derin baksan, sonra ayağa kalkıp o vakur sesinle bir ALLAHUEKBER çektirsen bize.
TEKBİR!
ALLAHUEKBER!
TEKBİR!
ALLAHUEKBER!
