Sokak üzerine ilginç bir tartışma yürüyor. “Yeni” Radikal’in gündeme soktuğu “sokak yazarı” kavramına Başbakan “Ben de sokakların başbakanıyım” diye mukabelede bulununca sokak üzerine, sokağın çok da haberdar olmadığı bir tartışma başlamış oldu.
“Sokaktaki adam”ı az çok biliyorduk. Sıradan vatandaşı ifade eden renkli bir kavramdı ve halkın nabzını tuttuğunu ifade eden gazeteciler bunu kullanmayı pek severlerdi. Ama bunun dışında “sokak” kavramı neredeyse hep olumsuz kullandığımız bir kavram değil midir? Sokak ağzı ya da sokak kavgası nitelemelerini hatırlayınız.
Ya da “sokakta mı bulduk biz bunu kardeşim…” repliğini… “Sokak çocuğu” derken bir dramı ifade eden bizler “sokakların çocuğu” ile kaybolmuşluğa atıfta bulunmuyor muyuz? Ama yazarın artık sokağa çıkanı makbul. Başbakan da sokakların başbakanı. Yoksa sokak muteber bir yer hâline mi geliyor? O hâlde durup düşünmek lazım: Biz sokakların nesi oluruz?
Başbakan “sokakların başbakanıyım” dediği röportajda bir de “damar yakalamak”tan bahsetti. Ona göre başarılı olmanın yolu damar yakalamaktan geçiyor. Yoksa memleketin damarı sokakta mı atıyor? Türkiye’nin damarını yakalayanlar bu damarı sokakta mı buldular?
Evet, sokak neresi, biz onun neresine düşeriz? Ya da sokak tartışması mı bu, hiç girmeyelim mi, ne dersiniz?