Modern dünyanın baskılarından kurtulmanın yolu, daha sağlıklı ve huzurlu yaşamanın sırrı bu mu?
Liseye henüz başlamış bir genç var karşımda. “Korkuyorum” diyerek başlıyor. Bu sene liseye başlamış ancak okulu daha önce okuduğu okullardan oldukça farklı bir öğrenci grubu ve yönetime sahip. Kendi hassasiyetlerini hayatında yaşayamayacağından ve bir süre sonra hassasiyetlerinin kaybolacağından korkuyor. Süreç içerisinde çeşitli sebeplerle farkına vararak ya da varmayarak hassasiyetlerinden çeşitli sebeplerle uzaklaşabileceğini ve nihayetinde geldiği noktanın yola çıkarken gelmek istediği noktadan çok farklı olmasından korkuyor. Yani daha özet bir ifadeyle bir şeyler kazanırken birçok şeyler kaybetmekten korkuyor.
Günümüz dünyasında popüler kültür toplum, yaş, cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün bir insanlığı etkiliyor ve hatta şekillendiriyor. İnsanlar özellikle gençler her geçen gün etrafları daha bir popüler kültür ürünleriyle sarılmış bir halde buluyorlar kendilerini ve her geçen gün daha bir uzaklaşıyorlar kendi tarihlerinden, kültürlerinden, değerlerinden. Hiç şüphesiz popüler kültürün etkisine direnmek çok zor, akıntıya kürek çekmek gibi. Ancak teslim olmanın sonucu bizi götüreceği yerde olmak daha da zor. Bunu söylerken yaşadığımız çağın getirdiği olumlu yenilikleri popüler kültürün içine dahil etmiyorum. Popüler kültürden kastım haz ve zevkin merkeze alındığı, bireylerin köksüzleştirilip tek başlarına ama grup halinde aynı filmleri seyredip aynı şarkıları dinledikleri, aynı markaları giyinip aynı kalıp cümleleri fikir olarak benimsedikleri ve aslında farklı olmak adına birbirlerinin aynı oldukları bir yaşam tarzına büründürülmeleri, bir kaybolma yaşamalarıdır.
Danışanımın önemli bir avantajı var: genç yaşına rağmen ciddi bir farkındalığa sahip ki bu farkındalık söz konusu kaybolmanın yaşanmaması için olmazsa olmaz ilk şarttır. Yani bahçenizdeki hazineyi kaybetmemek onu koruyabilmek için ilk şart nasıl o hazinenin farkına varmak ve değerini bilmekse aynı şekilde kişinin kendini kaybetmemesi için ilk şart kendinin ve kendini kendi yapan değerlerin farkına varmak ve kendi değerlerinin değerini bilmektir.
Farkındalık basamağını geçtikten sonra karşımıza bireyin kendi kişilik özelliklerini bilmesi çıkıyor. Kişi artısıyla eksisiyle kendisini bilmeli, zayıf yanlarını güçlü yanlarını idrak edebilmeli ki hangi durumlara karşı hangi davranışları göstereceğinin, hangi tepkileri vereceğinin bilincinde olsun. Çünkü kendisini tanımayan insan nasıl davranacağını, nasıl düşüneceğini, nasıl hissedeceğini bile bilemeyebilir ve bu yüzden hayata ve getirdiklerine hep gafil yakalanır. Popüler kültürün tuzaklarına kişinin yakalanmaması için de kendini bilmesi ve böylelikle kaldıramayacağı yüklerin altına girmemesi, üstesinden gelemeyeceği riskleri almaması ve menzilini bulamayacağı yollarda kaybolmaması şarttır.
Farkındalık ve kendilik bilincinden sonra bir diğer mesele de sağlam bir çevreye sahip olmaktır. Eskiler hal saridir derler. Yani hal kişiden kişiye virüs gibi bulaşır. Neşe hali de hüzün hali de, iyimserlik de kötümserlik de, iyilik de kötülük de kişiden kişiye bulaşır. Dolayısıyla kişinin kendini sağlama alması bir anlamda tüm bulaşıcı hastalıklardan ve o hastalıkları taşıyan insanlardan uzak durması, en azından makul bir mesafe bırakmasıyla mümkündür. Böyle bir şey herhangi bir sebepten dolayı mümkün değilse kişi aldığı virüs bulaşma ihtimaline karşı korunaklı olarak virüslü çevrelere girmelidir ya da virüslü çevrelere girdikten sonra vitamin alabileceği çevrelere de mutlaka girmelidir hasta olmamak için. Psikolojide buna Roseto etkisi deniyor. İsmin hikayesi ilginç:
1882 yılından itibaren İtalya’nın küçük bir kasabası olan Roseto’dan Amerika’nın Pensilvanya Eyaletine göç eden İtalyanlar orada kendi kasabalarını kurarlar ve adını da aynı İtalya’da olduğu gibi Roseto koyarlar. Doktor Stewart Wolf Rosetoluların 65 yaşın altında kimsenin kalp hastalığı geçirmediğini ve yaşlılıklarında bile uzun yıllar sağlıklı biçimde yaşadıklarını keşfedince bunun nedenlerini araştırmaya başlar. Sonuçlar şaşırtıcıdır. Çünkü genetik olarak böyle bir bulguya rastlanmamıştır. Çünkü İtalya’daki Roseto’dan ABD’nin başka eyaletlerine göç edenlerde böyle bir durum söz konusu değildir. Beslenme alışkanlıklarına gelince, bunda da önemli bir fark gözlenmemiştir. Nitekim Rosetolular İtalya’da ne yiyorlarsa burada da aynı biçimde besleniyorlar, ABD’nin diğer eyaletlerinde yasayanlardan farklı bir beslenme rejimi uygulamıyorlardır. Peki, neden daha doğrusu nasıl hastalıksız ve daha sağlıklı/uzun bir yaşam sürdürüyorlar?
Doktor Wolf bu sorunun cevabı olarak şunu bulmuştur. Kendilerine minik bir dünya oluşturan Rosetolular genellikle üç kuşağın bir arada bulunduğu geniş aileler halinde yaşarlar. Herkesin birbirinin tanıdığı kasabada yolda karşılaşanlar muhakkak durup uzun sohbetler eder, büyük bir dayanışma içinde olduklarından birbirlerine karşı son derece saygılı ve eşitlikçi bir tutum sergilerler. Güney İtalya’nın kültürünü Pensilvanya’nın dağlarına taşıyan Rosetolular kendilerini modern dünyanın baskılarından soyutlayan güçlü ve koruyucu bir sosyal yapı yaratmışlardır.
Dolayısıyla farkındalık kadar, kişilik kadar çevre de modern dünyada sağlıklı kalmak ve kaybolmamak için çok ciddi önem arz ediyor. Bu noktada şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor: Bizim Rosetomuz neresi?
Not 1: Roseto ve çevrenin kişi üzerindeki etkisi ile ilgili daha detaylı okumayı Mediacat Yayınları arasından çıkan Malcolm Gladwell’in Outliers kitabından yapabilirsiniz.
Not 2: Genç Dergisi, Genç Akademi, Genç Gönüllüler bizim Rosetomuz olabilir diye düşünüyorum. Bunun için mutfakta şimdiye kadar yapılanların ötesinde okuyucular olarak bizler neler yapabilir, mutfakta yapılanlara nasıl destek verebiliriz? Bir başkasını yada dünyayı kurtarmak için falan değil kendimizi kurtarmak için?