Güzel bir araba gördüğünde kısa bir müddet imrenerek seyreden, sonra da şevke gelip “Allâhu Ekspert” diye feryad ediveren bir meczup.
Oto pazarları acayip yerlerdir. Her marka, her modelden cins cins arabanın boy gösterdiği, insanların araba satmak için gidip de bir türlü satamadığı, alıcı gözüyle bakanların ise bir türlü almaya razı olmadıkları garip bir yerdir. Eğer araba almak istiyorsanız oto pazarından araba alınmaz denebilir. Birkaç defa gider de araba alamadan dönerseniz, sizin de bana hak vereceğinizden eminim.
Oto pazarlarında araba gibi cins cins de insan vardır. Sanki araçlarını satmaya gelen insanlar bir nevi kendilerini de pazara çıkarmışlardır.
Bizim de birkaç aydır müdavimi olduğumuz bir oto pazarı vardı. Gönlümüze bir araba sevdası düşünce, aylarca mecnun misali dolaştık durduk bu araba sahrasında.
Bu pazarın en garip simasını anlatmak istiyorum şimdi sizlere.
Bir tamirhaneden tedarik ettiği kablonun ucuna bir soket iliştirip kah boynuna dolayıp kah elinde saat kösteği gibi sallayarak dolaşan bir garip divane…
Güzel bir araba gördüğünde kısa bir müddet imrenerek seyreden, sonra da şevke gelip “Allâhu Ekspert” diye feryad ediveren bir meczup.
Onun bu feryadını ciddiye alıp:
- Bak kardeşim öyle deme günahtır, “Allâhu Ekber” de, diye kendisine nasihat etmek isteyenler çıktığında, bizim divane, bu iyi niyetli nasihatçisine elindeki soketli kabloyu sallayarak, ne Arapçaya ne de Türkçeye benzeyen bir ibare ile cevap verir:
“Ve ize’s-soketu sukilet”
Pazardaki hemen herkes bu adamı “soketli baba” adıyla tanır, bu lakapla çağırırlar.
Soketli baba eğer günündeyse, pazarda öyle vukuatlar işler ki, insanlar araba alım satımını bırakıp başlar onu izlemeye. Şahit oldukları hadiseyi haftalarca eşe dosta anlatır dururlar.
Mesela benim onu ilk tanıdığım hafta, elinde bir kova su ile dolaşmaktaydı. Güzel mi güzel bir arabanın, nazlı mı nazlı sahibini gözüne kestirip arabanın üstüne bir maşrapa suyu boşaltıverdi “Allahu Ekspert” diyerek…
Malumunuzdur, pazarda müşteri karşısına çıkacak arabaya, kına gecesine gidecek hanım gibi pırıl pırıl makyaj yapılır.
Soketli Baba bir de masum masum sormaz mı? “Kızdın mı bana?” diye…
Sahibi kızmasın da ne yapsın!
Böyle bir durumda mağdur kişi, pazarın yabancısı değilse zaten tanır soketli babayı. Yok, eğer yabancıysa, “Kardeşim kızma! Adam delinin teki…” şeklindeki ikazlarla adam zaten yatıştırılır. Bu sefer de öyle olmuştu. Adamcağız:
- Yok, kızmadım baba! Canın sağ olsun, dedi kalenderâne bir edayla.
Bu cevabı alan soketli baba durur mu? Bu sefer de ikinci maşrapa suyu oto sahibinin üzerine boşaltıverdi, sırıtaraktan...
Sırılsıklam ıslanan adamı, artık ne tutabilmek ne de yatıştırabilmek mümkündü. Soketli babayı yakalayabilmek ise muhal ender muhal… Adam ıslak ıslak koşup küfrün, hakaretin binini peş peşe sıralarken Soketli Baba her birini özenle sahibine iade ediyordu:
“Deli de sensin hayvan da sen! Arabana su döktüm kızmadın, sana dökünce niye kızıyorsun? Araban senden kıymetli değil mi? Arabana baktığın, dikkat ettiğin kadar kendine özen gösteriyor musun? Sabahtan beri kaç kişi arabana teklif verdi, istediğin fiyattan 200 lira aşağıya satmıyorsun! 100 kuruş bile etmeyecek haz ve lezzetler için üstüne para verip kendini satmıyor musun? Hayvan pazarındaki sığırlar bile senin kadar ucuza satılmıyor hayvaaannn?”
Soketli Baba, ıslattığı adamdan kaçmayı bırakıp beklediği destek kuvvetleri gelmiş bir kumandan cesaretiyle taarruza geçmişti bu sefer. Elindeki soketli kabloyu başının üstünde döndüre döndüre çevirirken, bir yandan da bağırıyordu:
“Allaaahu Ekspert! Ve ize’s-sôketu sukilet: Soket, yerine sokulduğunda…”
Ben bu olayı pazarın kokoreççisinde seyretmiştim.
Oto pazarında yorgunluk ve açlığın ikisine birden can dayanmaz. Hem dinlenip hem de doyabileceğim bir yer olarak pazarın kokoreççisinde karar kılmıştım. Kokoreççi Hasan Abi’ye sordum, “Kimdir bu?” diye, o da başladı bu garip divanenin hikâyesini anlatmaya:
“Asıl ismi Kemal’miş. Hayatını epey hızlı yaşarmış Kemal Bey. Kuralı, kanunu yokmuş hayatının. Helali haramı yokmuş, günahı ayıbı bilmezmiş… Eşi dostu kendisini çok ikaz etmişler. “Yapma!” “Etme!” demişler. Demişler ki: “Bu gidişin sonu kötü olur… Bak Kemal, bunların hesabı senden bir bir sorulur.”
“Kim soracakmış yapıp ettiğimin hesabını?” der efelenirmiş… “Yapmadım derim!”, “Önce ispat isterim… ” dermiş, sırıta sırıta “İnkâr yiğidin kalesidir!” dermiş… “Yediğim haltları ben bile unutmuşken, kim bir bir sayıp dökecekmiş bakalım!” dermiş… Çok sıkıştıran olursa “Benim kalbim temiz arkadaş! Siz kendinize bakın…” diye kıvırıverirmiş.
Çok uzatmayalım, bir gün yolu bu pazara düşmüş… Epey gelmiş gitmiş. Tam araba bakıp aramaktan bıkıp usanacağı gün, öyle güzel bir araba çıkmış ki karşısına mest olmuş:
modeli yüksek, az binilmiş, kilometresi 20 bin bile değil… Full versiyon, içinde sigara bile içilmemiş. Kazayı, vuruğu, kırığı bırakın, kaportada çizik bile yok; garaj arabasıymış. Sıfır masraf; anahtarı al, kontağı aç, bas git… Adam evlilik yıl dönümünde eşine yeni bir araba alacağı için satıyormuş. Yani araba “bayandan satılık”mış. Bu emsal bir araba 27-28 bin liradan aşağı değilken adam peşin 20 bin liraya veriyormuş bir de! Allaaaaahhh… Satıcı da öyle beyefendi bir insanmış ki, insanın böyle hayırlısı ana duasıyla çıkarmış karşısına! “Arabayı bir yere göstersem mi ki acaba?” diye bir an tereddüt etse de, adam belki vazgeçer diye korkmuş. “Arabanın böylesi rüyada bile çıkmaz karşıma bre!” diye bütün şüphelerini kesip atmış. Alışverişi “hayırlı olsun” deyip bitirmişler.
Yeni arabasını görenler “Hayırlı olsun!” demişler evvela… Bir arkadaşı öylesine soruvermiş: “Abi arabayı hangi servise gösterdin? Bildiğin bir yer varsa benim arabayı da bir götürsek…”
Gülüvermiş Kemal Bey ve demiş ki:
“Koçum, böylesi araba aramakla bulunmaz. Servise gösterelim desem, adam belki cayar, fiyatı artırır. Kimselere göstermedim ben de!”
“Abi sen n’aptın?” demiş biri. “Sen kafayı mı yedin?” demiş diğeri. İçlerinde en akıllısı olan öbürü ise: “Araba dediğin insan gibidir, şöyle bir bakıvermekle anlaşılır şey değildir!” demiş.
Kemal Bey bakmış ki arkadaşlarına laf anlatamayacak; en yakın yetkili servise götürmüşler arabayı.
Bu servise giren hemen her müşteri, ya bir Kuran kursu ya da İmam Hatip okuluna geldim zannedermiş ilk önce. Sahibi bir hacı amca olunca, çalışanların kimi bir köşede namaz kılarmış, kimi abdest hazırlığında, kiminin ağzında misvak, kimi de elinde tespihle dudakları kıpır kıpırmış. Radyosunda, televizyonunda 24 saat ya ilahi ya Kur’ân dinlenir, izlenirmiş… Hele bir de günlerden Cuma ise… Kemal ve arkadaşları arabayı getirdiğinde televizyonda bir adam Kur’ân-ı Kerîm okumaktaymış…
“Amma yaptın baba yaaa!” demiş servisteki Kâmil usta, epey gülmüş Kemal’in yaptığı işe. Demiş ki:
“Ben, öncelikle insana güvenmem, bu biiir: Şeytana uyar da Allah’ına bile yanlış yapar diye… İkincisi de arabaya güvenmem; insan yapısıdır diye… Şimdi sen, İstanbul’da, tanımadığın bir insandan, ne idüğünü bilmediğin bir araba satın aldın öyle mi? Hem de ekspertize falan sokmadan, bir ustaya baktırmadan… Böyle bir şeyi anlatsalar inanmazdım vallahi!”
Kemal Bey çıkışırcasına sormuş: “Nedir kardeşim şu ekspertiz ekspertiz dediğiniz? Aha da getirdik arabayı… Bak bakalım, nesi varsa de bakalım!”
“Bir insanın ne mal olduğu nasıl ki ahrette ortaya çıkarsa, bu ekspertiz dediğin de otomobil ümmetinin ahret günü gibidir baba! Şimdi şu şoketi şuraya sokup bu arabayı bilgisayara bağlarsam, getirdiğin arabanın hayrını şerrini okursun amel defterinden…” demiş ve soketi arabanın bilgisayarlı beynine takmış.
Soketi takmasına takmış da; Kemal Bey’in de içi bir hoş olmasın mı? Zannetmiş ki kalbinin en mahrem noktasında, kendisinin bile bilmediği bir yerlere soketin bir ucu bağlanıvermiş bir an. Kâmil usta demiş ki:
“Bu meret öyle bir alettir ki, insanın bile ayıbını çıkarır ortaya… Nice araba sahibinin foyası, yalanı burada ortaya çıkar kabak gibi. O yüzden her satıcı girmek istemez servise. Günahkâr kulun Allah’tan kaçtığı gibi kaçar…”
Televizyonda ismini bilmediği hâfız’ın (Abdüssamed) okuduğu âyetler Kemal Bey’in yeni yeni kulağına gelmeye başlamış:
İze’s-semâün fetarat ve ize’l-kevâkibü’n-teserat ve ize’l-bihâru füccirat….
Bir müddet okunan âyetlerin büyüsüne kapılarak dinlemeye başlamış. Neden sonra birden merak etmiş: “Bu okunan âyetlerin mânâsı nedir?” diye soruvermiş.
Bıyıkları yeni yeni terlemiş bir çırak, herhalde İmam Hatip talebesi olacak ki, hevesle cevap vermiş:
“İşte o zaman... Her kişi ne yapıp ne yapmadığını iyice anlayacak! Ey insanoğlu! Seni en güzel şekilde yaratan ve çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? Bütün bunlara rağmen siz yine de dini yalanlıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar sizin neler yapıp neler ettiğinizi pek iyi bilirler.” (İnfitar Sûresi 5-12. âyetler)
Arabanın ekspertizden nasıl çıktığını söylemeye ne hacet! Bir insanın başına gelebilecek en kötü oto alış verişlerinden birini yapmış Kemal Bey; Ticari taksi çıkması, allanmış pullanmış bir Toyota Corolla’ymış aldığı… Ama Kemal Bey’in ekspertiz sonrası hâli arabanınkinden de fenaymış. O gün akşama doğru Kemal Bey akıl balatalarını sıyırıvermiş… Sabaha kadar “Ve ize’s-soketu sukilet” deyip durmuş…