Yazı yazmak entry girmek değildir. Yazı yazmak afili bir sms atmak gibi bi’şey de değildir. Yazı yazmak msn’de edebiyat parçalamaya da benzemez. Kıytırık bloklarda internet edebiyatçılığı yapan birilerini artık dergilerde de görür olduk.
Lisenin 2. sınıfında, matematik dersimiz Salı günü sabah 8’de başlıyordu. Hem matematik hem Salı günü ve hem de sabahın körü. Ben lise 2’de her matematik dersinde uyudum. Bir gün, yine uyukladığım derslerden birinde, hoca, sesini dikkate almamızı istediğini belli edecek kadar yükselterek şöyle söyledi;
“Uyuyacaklar derse gelmesin bir daha!”. Bir daha Salı sabahı saat 8’de kalkıp matematik dersine gitmedim. Sınava gidip 100 aldım. Hoca sınav çıkışı beni gördü ve sordu;
“Murat? Neden derslere hiç gelmiyorsun?” Ben de hızla cevap verdim;
“Siz, ‘uyuyacaklar bir daha derse gelmesin’ dediniz hocam, ben de sizin sözünüzü dinledim. Eğer siz, ‘derse gelenler uyumasın’ deseydiniz ben de derse gelip uyumamak için çaba sarf ederdim.” Hoca beklediğim kadar gülümsememişti. Sanırım öğretmenlerin öğrencileri çok fazla onamamaları gerektiğini düşünmelerinden kaynaklanan bir ciddiyetti takınmaya çalıştığı. Ama orada yaptığım şeyin matematiksel bir şey olduğunu düşündüğünü, yüzünden, saklayamadığı hayran bakışlarından anlamıştım.
Türkçem iyiydi çünkü sayısalım iyiydi. Hala da Türkçem bana para kazandıracak kadar iyi, sayısalım Yıldız Teknik’te mühendislik okuyacak kadar iyi olduğu için. Tadından yenmez yazılar yazıyorum ama yine de yazmak üstüne konuşmaya kalkışmam bana bir tür “cüret” gibi geliyor. Bir konuda konuşacak kişi en azından o konuda “iş yapabilir” durumda olmalı ki ona inanalım. Hoca, “uyuyacaklar derse gelmesin” yerine “derse gelenler uyumasın” deseydi ben hakikaten derse gidecektim. Hoca yetkin birisi, sözünü dinlemek lazım, tabii bahsi edilen mevzuda hocanın dediğini yapmak işime de gelmiyor değildi.
Yazı yazmak üzerine konuşacağız. Böyle ciddi bir konuya böyle uzun ve azcık da gayri ciddi bir girişle başlamam aslında yanlış görülebilir. Çünkü yazı yazmak eylemi üzerine yazılan bir yazıda hem malzeme ve hem de eylem yazı yazmaktır. Bu yüzden ciddi bir iştir. Fakat verilen örneğin, aşağıda yazacaklarımdan önce söylenilmesi zihinlerinizde bazı kapıları daha iyi açacaktır diye düşündüm. Zira bugün etrafta hem yazı yazmak denilen eylemi icraya kalkışan ve hem de yazı yazmak denilen eylem üzerine yazılar yazan kişilerin çoğu, yazı yazmayı ve onun getirdiği sorumlulukları bilmiyorlar. Birileri yazılar yazıyor çünkü birilerinin kendilerinden sitelerde, sözlüklerde söz etmesini istiyorlar. Birileri yazılar yazıyor, hem de samimice yazıyor ama gel gör ki onlar da yazı yazmayı bilmiyorlar. Bu durumda acayip şeylere sahne olan bir yazın ortamının içinde buluyoruz kendimizi.
Yazı yazmak entry girmek değildir. Yazı yazmak afili bir sms atmak gibi bi’şey de değildir. Yazı yazmak msn’de edebiyat parçalamaya da benzemez. Kıytırık bloklarda internet edebiyatçılığı yapan birilerini artık dergilerde de görür olduk. Burada, o yazılarını matbu dergilere yollayan kişilerin kalkıştıkları şeyden daha üzücü olan editörler armut mu topluyor sorusudur. Bu yazılar bir şekilde dergilere giriyor çünkü.
Sinema hakkında herkes bir şeyler söyleyebiliyor bugün mesela. Sinema eleştirileri yazıyor birileri. Film analizinden hiç anlamadan, filmin konusunu, yönetmenini, işte oyuncularını ve kendi öznel duygulanımlarını bazen mülayim bazen de sert bir üslupla anlatıyorlar. Adı da sinema yazısı oluveriyor.
Bir de deneme denilen yazın türünün nasıl da ayaklar altına alındığına tanık oluyoruz bu aralar. Herkes denemeci. Minibüste giderken şunu düşündüm, şöyle hissettim, bir de gördüğü bir sokak veya halk görüntüsünü patlatıp hakikatin ışığını bize yansıtan bir sürü tip, dergilerde kaşımıza çıkıyor. “Evimin bahçesinde yürürken… İşe her sabah aynı saatte aynı otobüsle gitmenin monotonluğu…
Kalabalıklar içerisinde yalnızız” gibi klişenin dibine vurmuş yüzlerce yazı, yayın kurulunda çalıştığım dergi de dâhil birçok dergiye adeta yağıyor. İçleri hem mantıksal çelişkilerle, hem estetik çapaklarla, hem tashihlerle ve hem de redaksiyon facialarıyla dolu yüzlerce yazı…
Bazıları ise, teknik açıdan gayet iyi oluyor. Hakkını verelim. Fakat bunların da muhtevaları bomboş oluyor. Hiçbir derdi, konusu, düşüncesi olmayan çerez yazılar. Çerez çağında yaşıyoruz ve tabii ki asıl tutulan yazarlar bunlar oluyor. Gidiyorsun dönerciye, diyorsun ki; “abi bi et döner, içinde az ketçap, bol mayonez, az patates, bol turşu olsun, acı olmasın” “tamam” diyor usta da. Ve bir bakıyorsun mucize! Her şey dediğin gibi ve kadar atılmış. Fakat bingo, döner, et değil tavuk. İşte bu yazıları da ona benzetiyorum ben. Estetik, hoş, komik, hüzünlü, edebi filan. Bütün enstrümanlar tamam. Ama içerikte düşünce muhtevada kurgu yok.
Herkesin yazar olmasının sebepleriyle ilgili bir sürü şey söylenebilir. Türkiye’nin yaşadığı siyasi dönüşüm, internetteki bloklar, sözlükler ve mail yoluyla dergilere ulaşmanın kolaylığı ve ilh… Fakat benim bu yazıda bunlardan bahsetmek gibi bir niyetim yok.
Yalnız size on bir adımda, bu yazıları kabaca tanımanızı sağlayacak bir rehber yazayım da görevimi ifa etmenin mutluluğunu yaşayarak huzurlarınızdan ayrılayım.
11 Adımda Püsürük Yazıları Tanıma Listesi
1. Kendini ne kadar da yalnız hissettiğini söyler. Çıkıp yağmur altında yürüdüğünden, evinin bahçesinde dolaştığından yahut yıldızları, mehtabı filan seyrettiğinden bahseder. Bu en belirgin tiptir, böyle bir giriş görürsen kaç.
2. Yazıya zayıf ironi yahut kötü espriyle başlar. Kötü espri yapan iyi yazar olamaz. Sayfayı hemen geç.
3. Nostaljik takılır. Her şeyin en iyisinin eskiden olduğunu, şimdi olan veya yaşanan hiçbir şeyin değerli yahut çekici olamayacağını söyleyerek söze başlar. Tasavvufi birkaç öğe fıydırır. Hemen kaç.
4. –de bağlacını ayırmaz, devrik cümleler kurar, imla hatalarıyla doludur. Geç.
5. Abartı bir gazla yazıya girer. Daha başlıktan genellikle başlar bu gaz. Çünkü çakaldır. İşini bilir. Yazmakta olduğu derginin okur kitlesini bilir, onların duymayı istedikleri şeyleri iyi biliyordur. Duymayı istedikleri şeyleri yazar, popüler olur. Sevilir.
6. Günlük tutar gibi yazar. Özneldir. Bir düşünce yahut mesajı yoktur. Varsa da klişe ve genel mesajları tekrar eder. Yazarken keşfeder. Yazarken keşfetmek iyidir aslında. Ama o kötü keşfeder, beceremez. Konuyu dağıtır. Dağıttığını bile anlamaz. Hemen topukla.
7. İsim vermekten kaçınır. Eleştirmekten kaçınır. Çünkü eleştirilmeye de tahammülü yoktur. Eleştiri ahlakını ve kuramlarını da bilmez zaten. Siyasi konuşmaktan kaçınır. Liberaldir.
8. Ukaladır. Aklınca bir şeyleri ti’ye alır. Ama ti’ye aldığı kişi, örneğin bir yazarsa, o yazarın ondan çok daha kaliteli olduğunu aklına bile getirmez. Buna haddini bilmemek denir.
9. Yabancı yazarlardan, kült eserlerden alıntılar yapar. Konunun zihinsel bütünlüğünü tamamlamak için filozoflara filan atıfta bulunur. Ama konunun mantığıyla alıntıladığı şeyin hiçbir alakası yoktur. Doğru düzgün okumadan beğendiği bir yeri alıntıladığı anlaşılır. Biz buna entelektüel kasıntı diyoruz. Bunu yeme.
10. Alex de Souza.
11. Sanki kendisi büyük bir mürşit yahut üstat olmuş gibi yazısında sana öğütler vermeye başlar. Hem de böyle benim gibi maddeler halinde verir. Onu benle karıştırma. Ben öğüt vermiyorum, tanımlıyorum.
Vesselam.