Yüz, ehli için, okumasını bilen için bir harita gibidir. İçimizin bir nevi krokisi yani. Oradaki her değişim, yüzümüzde etkisini gösterir. İçimizin rengi ne ise yüzümüzün rengi de odur. İçimize hangi sıfat hâkim ise yüzümüze de o...
Gözleri gök kadar parlak Genç o gün erken uyandı. İçinde sebebini bilemediği bir coşkunluk vardı. Hemen kalksın, dışarı çıksın, önüne ilk gelene selam versin, bunu istedi birden. Ama ne zamandır böyle coşkunlukların ardında derin uçurumlar bıraktığını biliyordu. Yitip gittiği acılar ihtiyat nedir öğretmişti.
“Hayırdır inşallah…” dedi ve sakince doğruldu.
Dışarı çıktığında göğün parlaklığı içine başka bir sevinç saldı. Gördüğü ilk banka oturdu ve bunun keyfini sürmeye başladı. Ne zihnine ne de kalbine kulak veriyordu. İçindeki hissiyatın akışına tabi oldu, gitti bir yerlere, artık nereye gittiyse.
Ne zaman sonra bilinmez, gözlerini açtığında karşısında eski bir arkadaşını gördü. Yüzüne hayretle bakışına elinde olmadan güldü.
“Niye güldün?” dedi arkadaşı.
“Niye şaşırmış gibi baktın öyle?” diye cevap verdi.
“Yüzün, dedi, ne kadar farklılaşmış...”
Gülümsedi sadece. “Senin de öyle...” demedi ama.
Ayrılıp da Hakim’in yanına doğru yol alırken soracağı soruyu tekrarladı durdu:
“Yüzümüz neden farklılaşır acaba?”
Hakim soru üzerinde hiç düşünmedi bile:
- Tabii ki içimizin farklılaşması ile...
- İçimiz?
- İçimiz yani, gönül, ruh, nefis, kalp, benlik, ne dersen o... İçinin durumuna göre birisini beğen artık.
İçinin durumuna göre beğenmek de ne demekti? Sonraları bunun ileride ama çok ileride peşine düşmesi gereken bir soru olduğunu anlayacaktı.
Hakim’in son sözüne eşlik eden göz kırpışına tebessüm ile mukabele etti:
- Şimdilik yüz bahsinde kalsak?
Hakim ellerini iki yana açtı:
- Sen bilirsin.
Soran gözlerle bakmaya başladı. Hakim arkasına yaslanırken eli ile duvardaki haritaya işaret etti:
- Nasıl bir harita bu?
- Fiziki harita.
- Ne anlama geliyor oradaki renkler, mesela bu kahverengi renkler ne anlama geliyor?
- Kahverengi karayı gösteriyor, yani toprak alanlar.
- Peki koyuluğu ne anlama geliyor?
- Koyu kahverengiler yüksek yerler, tepeler, dağlar...
- Açık kahverengi irtifası daha alçak yerleri, peki mavilikler?
- O da deniz, göl...
- Koyulukları da derinlikler değil mi?
Genç onayladı ama gözlerindeki soru işareti ile...
Hakim öne doğru eğildi ve parmağını kaldırarak bir soru daha sordu:
- Bu haritayı tahsil görmemiş bir çobana göstersen ne diyecekti?
- Herhalde anlamsız anlamsız bakacaktı.
- Sen her bir rengin anlamını bildiğin için gayet rahat okuyabiliyorsun bu haritayı değil mi?
- Evet...
Hakim gözlerini kıstı ve işaret parmağını tekrar sallayarak tane tane konuştu:
- İşte yüz de bir haritadır.
Genç soran gözlerle bakmaya devam ediyordu. Muhtemelen devamı gelecekti bu sözlerin. Hakim onu yanıltmadı:
- Yüz, ehli için, okumasını bilen için bir harita gibidir. İçimizin bir nevi krokisi yani. Oradaki her değişim, yüzümüzde etkisini gösterir. İçimizin rengi ne ise yüzümüzün rengi de odur. İçimize hangi sıfat hâkim ise yüzümüze de o...
Son cümleyi üstüne basarak tekrarladı:
- İçimize hangi sıfat hâkim ise yüzümüze de o...
Genç, işittiklerini hazmeder gibi bir an başını eğdi, ama ilk aklına geleni sormakta gecikmedi:
- Yüz değişmesi iç değişmesi mi demek o halde?
- Evet. Hem anlık hem de kalıcı değişimler için üstelik. Yaşadığımız her hal değişimi bir şekilde yüzümüze yansır. Yüzümüz içimizin aynasıdır.
- Ehli okur demiştiniz...
- Okur, çünkü okunmaması elde değil. O kadar nettir ki yayını…
- Anlamadım.
- Yüz, içimizdeki vericinin bir nevi ekranıdır. Oradan dışarıya bir yayın yapılır. Bu yayını alan hassas bir alıcının aynı zamanda bir vericisi olduğunu ve bu verici vasıtası ile sürekli yayın yaptığını düşün.
- Afedersiniz ama yine anlayamadım...
Hakim içten bir tebessümle öne doğru eğildi:
- Bugün alıcıların çok sıhhatli çalışmıyor herhalde?
Genç’in hafifçe yüzü kızardı, bir cevap vermedi.
- Peki yeniden deneyeyim o zaman. Şöyle düşün: İçin bir verici gibi yayın yapıyor. Kendisindeki değişimleri ve hissiyatı bir yerlere iletiyor. Bunu nereden yaptığı belli değil mi?
Son cümlesinde eli ile yüzünü gösterdi:
- Yüzümüz... Evet, yüzümüzün yaptığı bu yayını bir takım alıcılar alır ve kendi vericilerine iletir. Bak şu an sende böyle bir mekanizma işliyor. Yüzünde bir alıcı var, içindeki vericiye durmadan yayın aktarıyor...
Bu sefer işaret ve orta parmağını v şeklinde Genç’in yüzüne çevirmişti:
- Bana yüzündeki alıcıyı gösterir misin?
Genç bir an soruyu anlayamadı. V şeklindeki parmaklar gittikçe yaklaşıyordu ama. O an irkildi ve hızlı hızlı konuştu:
- Gözlerim, gözlerim...
Hakim nefesini salarken neşeyle bir de kahkaha attı:
- Evet ya gözlerin... Gözlerin, içeriye sürekli yayın aktarır. O yüzden nereye baktığına, nereye nazar ettiğine dikkat edeceksin. Güzele bakan güzel görüp güzel düşünür. Güzellikler içimizdeki güzellikleri harekete geçirir. Kötü manzaralar ise tam tersi.
Hakim hafifçe başını eğdi, işaret parmağını hesap sorar gibi salladı:
- Nereye nazar ettiğine dikkat edeceksin… Eğer buna dikkat eder, hep güzel bakar, güzel görür ve güzel düşünürsen an gelir gözünü de erdirir, baktığını görmekle kalmaz, erdirirsin de…
Genç nasıl diye sormadı, çünkü bunu sorması gereken zamana daha ermediğini biliyordu. Aslında bilmiyor, hissediyordu. “Soracağım zaman gelsin sorarım” dedi kendi kendine. Göz nasıl erdirir, gelecek soru buydu.
Evine dönerken yüzlere aşina olmanın aslında çok da matah bir şey olmadığını düşünüp durdu. Bir Arap şairinin mısrası geldi aklına:
“Şükür kimin kim olduğu sonradan biliniyor…”
Şükür dedi, yüzü şükürle aydınlandı ama bunu sadece ehli gördü.