
Yakup Öztürk
Şiirlerinden din, iman, Allah lafzı hiçbir zaman eksik olmayan Abdurrahim Karakoç, yaşıtı halk şairlerinden bu özelliğiyle ayrılır. Bu ülkenin mayasını, Müslümanlık ve İslam’la karıldığını sıkça dillendirir, şiirlerinde de söyler.
ir şairle tanışmak, sıradan bir tanışmaktan çok başkadır. Şairin şiir dünyası, dizeleri, oturuşu, kalkışı, hâli, tavrı şairi size taşıyan sadece birkaç hususiyettir. Abdurrahim Karakoç’u ise hemen herkes farkına varmadan tanır. Çünkü onun “Mihriban” adlı efsaneleşen türküsü, kulaklarınız ilk sesi tanımaya başladığı anlardan bu yana sizi saracaktır. Belki bir gün ya yazdıklarıyla ya bir söyleşisiyle ama illaki güncel bir mesele etrafında Karakoç’u tanıyacak, yine bir tevafuk sayesinde Mihriban’ın ona ait olduğunu öğreneceksiniz. Hem Karakoç’u hem “Mihriban” gibi ünü ülkeyi aşmış bir türküyü bütünleştirmekte zorlanacaksınız. “Nasıl olur da ünlü şarkıcıların, türkücülerin söylediği bu dizeler, Müslüman, bu ülkenin hatrını kırmaktan ar edecek bir adamın olur?” diye iç geçireceksiniz. Çünkü onun gibi mukaddes değerlerinden ödün vermeyen, dini adına kavgadan beri durmayan bir şairin şiirinin bu denli meşhur olması sizi şaşırtacak. Zira statüko, edebiyat kanunu denen mevzu tam bu arada devreye girmeliydi ama öyle olmamıştır.
Abdurrahim Karakoç önemli, saygın, güçlü bir şairdir.
Bu ülkeye birbirinden kıymetli yazarlar, şairler kazandırmış mümbit bir şehir olan Kahramanmaraş’ta 1932’de doğar, Abdurrahim Karakoç. “Hasan’a Mektuplar” adını verdiği, bugün de heyecanla okunan şiirlerini 1964’te yayımlar. Devlet dairelerinde çalışır. Uzun yıllar memurluk yapar. Emekliliğinin ardından 1985 yılından bu yana gazetecilikle iştigal eder. Hâlen Ankara’da ikamet etmektedir.
Maraş’ın sanatçı yatağı olması bir yana onun şairliği iki kuşak geçmişe dayanır. Dedeleri de şair olan Karakoç, çok küçük yaşlarda şiire merak salmıştır. Kendi ağzından hayatını anlatırken ilginç bir söz söyler. Onun şair olması, işsizlikten, avareliktendir. Karakoç, bir tutkuya ya da meşgaleye arkadaş olamadığı için şair olduğunu söylese de o, şiirin en büyük tutku olduğunu çoktan anlamıştır.
Doğduğu yıllar, bu ülkenin belini doğrultma mücadelesi verdiği yıllardır. Bir cihan devleti tarihten alaşağı edilmiş, yerine bir mirası devralan ter ü taze bir devlet kurulmuştur. Yokluk yıllarıdır. Karakoç’un ilk çocukluk yılları bu yoksunluk içinde geçse de “O yılları hâlâ özlerim.” der. Kim bilir belki de o yıllar, onun şiirinin hammaddesi olan hissiyatı, dertlenmeyi ona hediye ettiği için, Karakoç, geçmişine vefasını göstermek için böyle diyordur.
Muhalefeti değil iktidarı yermekten geri durmayan, düzen suyuna gitmeyi kendinden öte tutan şair yazdığı şiirlerle sıkça mahkeme yollarını aşındırmıştır. Yüzlerce şiire imza atan Karakoç, halk şiirinin bugünkü en güçlü temsilcilerinden biridir. Onun halk şiirlerinden hicivciliği ayrı bir yerde durur. Devlette, toplumda gördüğü yanlışları şiirleriyle hicvetmekten asla geri durmamış, ona en büyük şöhreti de bu hususiyeti vermiştir.
Anadolu onun için insanın sırlarını çözecek imkânlar barındırır. Toplumunu, bu ülkenin insanı çok iyi tanımaktadır. Tanınan insan, ona aynı zamanda bir kültürün, medeniyetin barındırdıklarını da armağan eder. Bu ülkenin değerlerini, mayasını bu şekilde rahatça müşahede eden Karakoç, yaraya merhem taşıyacak dizeleri bir biri ardına yazar.
Her şeyden önce, Mihriban Türküsü’nün şairidir o. Gerçekten tutkun olunan bir kadının ardından bir ağıt misali yazılan şiir, bugün güftesi en çok ezbere bilinen türkülerden biri olmuştur. Hiciv sanatını bile gölgede bırakmıştır bu şiir.
Abdurrahim Karakoç’un en önemli şiir kitaplarından biri de Vur Emri’dir. Yazının başında dile getirmeye çalıştığımız bir şairi tanımak meselesi biz de Karakoç için Vur Emri kitabıyla başlar. “Hasan’a Mektup”, “Savcı Bey” adlı şiirleri Karakoç’un kendi sesinden bir TV programından dinlemiş, ilk gördüğümüz yerde de bu şiirlerin yer aldığı kitabı edinmiştik.
Vur Emri, Karakoç’un şiir evrenini anlamak için sembolik bir kitaptır dememiz mümkün. Çünkü şairin külliyatında yer alan temaların her biri bu kitapta yer alır. Kitaptaki temalar: Dava Şiirleri, Aşk ve Bahar Gurbet Şiirleri, Hasan’a Mektuplar ve Taşlamalar olarak ayrılmıştır. Abdurrahim Karakoç zaten bu başlıkların şairi değil midir?
Uzun yıllar memurluk yaptığını söylediğimiz Karakoç, Türkiye’nin birçok siyasi dönemine de bizzat tanıklık etmiştir. 27 Mayıs darbesi, Adnan Menderes dönemi siyasi şartları, İsmet İnönü onun şiirlerinin görünmez kahramanlarıdır. Bu çalkantıdan sadece bir şiirle arınabilmiştir. Ona da aşk vesile olmuştur.“Mihriban” 1960’da, tam bu günlerde çıkmıştır şairin kaleminden.
Köylünün, Anadolu insanın acılarını, dertlerini şiirlerinde ustaca anlatmayı başarmıştır. Ne gariptir ki hem çağ, hem bugünün şiir anlayışı karşısında baştan yenik olarak ortaya çıkan halk şiiri, onun kaleminde her dem tazeliğini korumayı başarabilmiştir. Bugün yaşayan birkaç halk şairinden biridir.
Devlet düzeni, bürokrasideki çatırdamalar, siyasetimizin geçtiği evreler karşısında kimi zaman biçare bırakılan insanlarımızı inadına diri tutmak için yazmıştır. Toplumda gördüğü bozuklukları asırlar önce yazan “Siham-ı Kaza” şairi Nef’i gibidir o.
Şiirlerinden din, iman, Allah lafzı hiçbir zaman eksik olmayan Abdurrahim Karakoç, yaşıtı halk şairlerinden bu özelliğiyle ayrılır. Bu ülkenin mayasını, Müslümanlık ve İslam’la karıldığını sıkça dillendirir, şiirlerinde de söyler.
Bir dönem siyasete de girmiş, aradığını bulamamıştır. Onun gibi iktidara çeki düzen verme, yamuklukları düzeltme derdi olan bir şairin siyasette tutunamaması elbet doğrudur.
Siyasetle olan ilgisini karşı cephe alarak köşe yazarlığıyla sürdürür şair. Vakit Gazetesi’nde çoğu zaman tartışmalar peydah edecek makaleler yazar. Dine, hukuka, yazı boyunca değindiğimiz bu ülkenin mayasına “ihanet” edenlerle savaşır, durur. Bir rivayete göre ölene kadar yazacağını söylemiştir Karakoç. Umuyoruz ki Allah bu gücü ondan eksik etmez…