
Mehmet Ali Koyuncu
“Bir gün gözümüzü Kamerun’da açtık
Elhamdülillah gözümüzü Kamerun’la açtık”
stanbul’dan Paris’e oradan Kamerun’un nüfusu en fazla olan ve ticari başkenti sayılan Duala şehrine 10 saatlik bir uçak yolculuğundan sonra ulaşmış olduk. Bizi karşılamaya gelen Mehmet Targal ve arkadaşları Cibril ve Muhammedi, akşamın o karanlığında, ”Siz onları yüzlerinden tanırsınız “ayetinin tezahürü şeklinde kalabalığın içinde hemencecik buluverdik. Sonra hiç gecikmeden araçlarla 4 saatlik bir karayolculuğu ile başkent Younde…
Mehmet Bey yaklaşık 10 ay önce, eşi ve iki çocuğu ile gelmiş Kamerun’a. Kurduğu dernek ve samimi dostluklar ile bir taraftan eğitim hizmetlerinin ilk temellerini atmış diğer taraftan çevre ülkelerde temsilcilikler oluşturmuş.
Ertesi günü akşam 6’ya kadar yol ve yapılacak kurban organizasyonun hazırlıklarını yapıyoruz. 18 saati bulan tren yolculuğumuzun ilk kısmı Gaundere’de nihayet buluyor. Namaz ve akşam yemeğinden sonra yola devam ediyoruz; yüksek aracımızla önce Garua’ya oradan da kesim yapacağımız Marva’ya…
Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı’nı temsilen iki kişi burada kalıyoruz. İki arkadaşımızı Çad’ın güneyine gönderiyoruz. Günlerden arefe. Hemen harekete geçip kurbanlarımızı kesim yapacağımız iki Müslüman köye çobanlarla birlikte gönderiyoruz. Bizler de o köylere gidip, daha önce o köylerin sultanları tarafından belirlenmiş isim listelerine göre hisse biletlerini teslim ediyoruz. Kesim yerlerini de gördükten sonra bayramı bekliyoruz.
Bayram sabahı sokaklar kalabalık. Çünkü kadın, erkek ve çocuklar bayram namazına gidiyor. Büyük bir cami ve daha da büyük kumluk avlusu hınca hınç dolu. Hutbeden sonra bir insan seli adeta sokaklarda akıyor. Biz de hemen ilk köyümüze harekete geçiyoruz.
İlk köyümüzde 56 büyükbaş kurbanlığımız var. Gruplar halinde getirilen kurbanların hisse sahiplerinin isimleri tek tek okunarak kesimler başlıyor. Parçalama esnasında çocuklarla beraberiz. Yanımızda getirdiğimiz küçük hediyelerimizi onlara dağıtıyoruz. Şekerler sadece çocukların değil büyüklerin de ilgisini çekiyor. Bu arada çevre köylerden gelenlerin de etkisi ile kalabalık artıyor. Gelen çocuklardan bazıları oralarda görmeye alışık olmadıkları için beyaz ten rengimizden dolayı bizi Hıristiyan sanıyor. Nasara diyorlar bize. Tabii boşuna değil. Bizler şehirde kaldığımız pansiyondan sabah namazında ayrılırken misyonerler de ayakta, mesailerine başlıyorlar. Yaşı 30 olanı da var. Hem de bayan. Düşünmeden edemiyorum. Ben o yaşlarda ne ile uğraşıyordum neleri hedefime koymuştum?
Ama artık biz de oradaydık ve bundan sonra da olmaya devam edeceğiz.
İkinci köyde ise 46 büyükbaşımız var kurbanlık. Köylerin ve o bölgelerin sultanları var. O bölgelerin yerel yöneticileri sultanlar… Bizim buralarda aşiret reisi diyebileceğimiz pozisyona sahipler. Kendilerine gösterilen aşırı saygı bizi şaşırtıyor. Hele Müslüman hanımların ezilmişliği, en ufak bir hediyenizde kabul ediş şekliyle hemen kendini gösteriyor.
Hisseler sahiplerini buldu. Dertler de…
Başta eğitim olmak üzere, sağlık en büyük problemlerden. Müslüman hanımlar Hıristiyan doktorların insafına teslim. Suyun kendisi ve kültürünün eksiği ayrı bir problem. Su kuyusu bulanan köyler nasipli. Hala yağmur suyu birikintileri veya dere suları içmek ve kullanmak için kaynak. Bu kaynaklar ise mikroplu ve hastalıklara davetiye çıkarıyor. Belki garip gelecek ama isyan da yok orada şikayet de… Başlarına gelenleri tenlerinin renginin bir sonucu gibi algılamış ve kabullenmişler. Tüm olumsuzluklara rağmen yüzlerden tebessüm eksik olmuyor. Sanırım en büyük eksiklik oralarda olması gereken Müslüman yüreği. Bırakın yüreği bizim henüz ufkumuz gidememiş oralara. Yoksa halen gündemimizde bile mi yok? Oralara ecdadımızın diktiği ve hala dalgalanan bayrakları ne zaman görürüz; bilmem… Gözümüz ne zaman açılır, neyle açılır, açılır mı?
Dergi sayfalarında veya TV ekranlarında gördüklerimiz geçmiş zaman hikâyeleri değil. Halen devam eden zulümlerin hesabı bizim önümüze gelmeyecek mi sanırız?
Bir Afrika ateşi sardı bizi. Yüklediler yüreklerimize. Şimdi o ateşi sunuyoruz, duyarlı gönüllere. Etkilenir mi uykularınız bilmem?
Biz yine gideceğiz, ya siz?