Nedim Kaya
Siz hiç Allah göstermesin uzaylıların bizim insafımıza kaldığını düşündünüz mü?
Sömestr tatilinin yaklaştığı ve havanın soğuduğu bu günlerde insan psikolojik olarak film seyretme moduna giriyor. Bende bu mod kışın daha şiddetlense de hiç sona ermediğinden sömestri beklemenin manası yok tabi.
Son zamanlarda benzerlerinden farklı diyebileceğim iki film seyrettim ki bahsetmekte fayda görüyorum. Biri District 9 (Dokuzuncu Bölge), diğeri ise Avatar. Her iki film de dünyalı uzaylı ilişkisini ele alıyor. Tabi Hollywood`un uzaylı teması denince akla dünyayı ele geçirmeye gelmiş ileri teknoloji sahibi uzaylılar, korku içinde sağa sola koşturan kitleler, nihayet ortaya çıkan kahraman Amerikalı aile babası ve mutlu son gelir; her zaman insanlık kazanır. Çünkü iyi olan biz kötü olan onlardır, mağdur olan biz istilacı olan onlardır. Nedense hiç iyi niyetli bir uzaylı uğramaz bu akıbete. Birinde radyo frekansları ile bir diğerinde bulutlara çekerek hatta bir keresinde iyi kalplerimizin etkisiyle onları defetmeyi başarırız. İşte bu iki film bu önyargıyı tam tersine çeviriyor.
Siz hiç Allah göstermesin uzaylıların bizim insafımıza kaldığını düşündünüz mü? Dokuzuncu Bölge bu ihtimalden yola çıkmış. Her nasılsa bizim kadar gelişmemiş bir uzaylı topluluk gemilerinin bozulması sonucu dünyaya mecburi iniş yapıyor ve bizmkiler bu “ekstarterrestiyal” mültecileri Güney Afrika`da dikenli tellerle çevrili bir alana hapsediyorlar. Kamp Birleşmiş Milletler Mülteci Kampından farksız. İaşe, ibate sınırlı, bölge halkı rahatsız, Nijeryalı çeteler organ peşinde falan. Filmi çeken kamera uzaylıların tarafına geçerek bizi resmetmeyi başarmış, ne yalan söyleyeyim kendi halimizi hiç beğenmedim üstelik epeyde gerçekçi çekilmişken. Dokuzuncu Bölge bu bakış açısını bahşeden belki de ilk film olduğu için izlenmeyi hak ediyor, üstelik hem iyi kotarılmış hem de çok eğlenceli.
Avatar`a gelince… Aynı temayı büyük, çok büyük bütçeyle çekmiş bir gişe filmi. Terminatör, Titanik gibi gişe canavarlarının yönetmeni James Cameroon yine yapmış yapacağını. Üç boyutlu izlediğim için iki boyutlu hali aynı etkiyi yaratır mı kestiremiyorum ama "hayalinde bir masal ülkesi çiz" dense bu denli güzel görüntü ve değerleri hayal edemezdim. Sadece bu gözle bile bakıldığında film izlenmeyi hak ediyor. Bu defa dünyalılar memleketin son yeşil parçasını hallettikten sonra yeni vatan arayışı ile gezegenleri dolaşmaya başlıyorlar ve yolları Pandora’ya düşüyor. Pandora`da görünüşe göre teknolojik olarak çok gelişmemiş, silahlara, apartmanlara ve güzel elbiselere yatırım yapmamış duygu yüklü mavi yaratıklar yaşamaktadır. Tüm köyün üstünde yaşadığı koskocaman bir tek ağaçtan tutun, Anka kuşu benzeri bineklerle bütünleşmeye kadar birbirinden enfes değerlere sahipler. Ne yazıkki dünyada kilosu 20 milyar dolar olan ve gezegene enerji veren kayamsı madde tam da bu köyün ve enerji dolu ağacın altındadır. Bizimkilerin mutlu olması için bu saf yaratıkların atları, kuşları ve tünedikleri evleri ile birlikte yaşadıkları bu kocaman, masalımsı ağaç yıkılmalı yerine taşocağı benzeri bir yapı kurulmalıdır. Yaratıklara ne mi olacak? Filmdeki generale göre o da onların sorunu. Tam insani bir yaklaşım yani. İşte Avatar bu istilacı insanlara karşı bu masalsı ve saf halkın mücadelesini anlatıyor. Çok şey bekleyip de klasiğin dışına çıkmış güzel bir masalla karşılaşanlar sinemadan çıkıp sağa sola kritik yapabilirler ben dikkate alınmamasından yanayım. Bize ait olmasa da güzel değerleri yücelten bir filmin her zaman başımızın üstünde yeri olmalı.
Aslında filmin bazı ilginç arkaplan hikayeleri de var. James Cameroon filme 200 milyon dolar harcamadan önce on üç yıl beklemiş. O on üç yılda ne mi yapmış? Titanik’ten kazandığı tarihin en büyük gişe geliri olan 1 milyar 800 milyon doları cebine koyup üç boyutlu teknolojiyi geliştirmeye adamış kendini. Yeni teknolojiler buldukça gemi batıkları ile ilgili belgeseller çekerek teknolojisini denemiş. İşi o kadar ilerletmiş ki Sony iki yeni 3 boyutlu kamerasına Cameroon ve görüntü yönetmeninin adlarını vermek zorunda kalmış. Zaten Avatar’ı seyredince açıkça görülecektir ki yüzde yetmiş`i dijital çekim olan bu filmde ilk kez dijital karakterlerin duyguları, jest ve mimikleri normal çekimdeki insanlarla hemen hemen aynı olmuş. Bunuda her dijital karakteri bir normal şahısla eşleştirip onu alıcılarla bilgisayara bağlayarak başarmışlar bunu. Ayrıca Cameroon bu film için 1000 kelimeden ibaret özel bir dil geliştirmiş ki öyle palavra falan değil. Bunun için ihaleye çıkıp en sonunda Amerika’daki bir filoloji fakültesi ile anlaşmış. Kısacası Avatar fenomen olmaya aday güzel bir seyirlik.
Film ve kitap konusunda tavsiyelere her zaman açık olan biri olarak paylaşmayı faydalı gördüm. Bakacaklar için iyi seyirler.