
Dert şu ki; bazı doğru, hayat kurtarıcı, ufuk açıcı, yol gösterici, basamak atlatıcı bilgiler internette yer almıyor veya kişinin yaşaması ya da yaşayana kulak vermesini gerektiriyor.
Bilgiye ulaşmanın hayatın hiçbir döneminde bu kadar kolay olmadığı bir zamandayız. Bilgisayar kullanmayı az çok bilen herkes binlerce ansiklopedinin milyonlarca kitabın içerdiği bilgiye birkaç saniye içerisinde hızla ve kolaylıkla ulaşabiliyor. Her ne kadar bu hız ve kolaylık artılarının yanında bilgi kirliliği, bilgi karmaşası, bilgi hazımsızlığı vs. gibi eksileri beraberinde getirse de sonuç olarak çok yaşayan mı çok gezen mi bilir sorusuna çok bilgisayar kullanabilen bilir gibi bir cevabı olanlar hiç azınsanmayacak kadar fazla. Bundan dolayı da çok yaşayanların bilgileri bir kenara tecrübelerinin de göz ardı edildiği önemli bir problem olarak karşımızda duruyor.
Gençliğin en hızlı, hareketli, ateşli ve teknolojiyle haşir neşir dönemlerini yaşayanlar facebook’tan haberi olmayan ya da google translate’i nasıl kullanacağı bilmeyen bir büyüğün (baba, hoca, abi) yıllar içerisinde çok sayıda olayla ve yaşantıyla birikmiş, damıtılmış, test edilmiş tecrübelerini yok sayabiliyor, onları hafife alıp söylediklerine kulaklarını tıkayabiliyorlar. Ancak dert şu ki; bazı doğru, hayat kurtarıcı, ufuk açıcı, yol gösterici, basamak atlatıcı bilgiler internette yer almıyor veya kişinin yaşaması ya da yaşayana kulak vermesini gerektiriyor. Hiç şüphesiz büyüklerin derdini çekeceğime yaşayarak öğrenmek mümkünse yaşayarak öğrenirim düşüncesi de bir yol ama bu yol benim aklıma hep şu meşhur akıl hastanesinde geçen fıkrayı getiriyor.
Fıkra şu: Uzmanlığını almak için akıl hastanesinde çalışmaya yeni başlamış bir doktor ilk günlerinden birinde bahçede gezerken bir ağacın önünde uzun bir sıraya girmiş hastaları görmüş. Hastalar sırayla ağaçtaki bir deliğe bakıyor ve geçiyorlarmış. Doktor merakla sıraya girmiş ve sıranın kendisine gelmesini beklemeye başlamış. Uzun bir süre sonra sıra kendisine gelmiş ve doktor heyecanla gözünü ağaçtaki deliğe dayamış ancak karanlıktan başka hiçbir şey görememiş. Dikkatle bir daha bakmış yine bir şey yok. Hemen dönüp etrafındaki hastalara sormuş: “Ben burada hiçbir şey göremedim”. Hastalara gülerek cevap vermişler: “Doktor Bey, biz senelerdir bakıyoruz bir şey göremiyoruz da sen bir kere bakarak görebileceğini mi zannettin?”Genç ve tecrübesiz doktor hiçbir şey görmek için o uzun sıraya girmeden önce birisine sorsaydı hastaların neye baktıklarını, ne vakit kaybedecek ne de komik duruma düşecekti.
İnsan yaşadıkça görüyor ki hayatta gerçekten insanların uzun sıralara girip hiçbir şey gördükleri bir dünya kara delik var. Dışarıdan bakıldığında oldukça ilginç görünüyor ve merak uyandırıyor. Çok sayıda aklı başında görünen insan da o sıraya giriyor. Ancak insan onca zamanını ve emeğini harcadıktan sonra hiçbir şeyle karşılaşınca bir kere yaşayacağı bu hayatta ne zamanını geri döndürebiliyor, ne de emeğinin bir karşılığını görebiliyor. Elinde hayalkırıklıkları ve acı tecrübelerle kalakalıyor. Bu yüzden böyle bir tecrübe yaşamamak için yaşayanların tecrübelerine kulak vermek gerekiyor.