
Fatma Apaydın
İnsanları bir nefisten yaratıp o nefisten de eşini yaratan, daha sonra yeryüzüne birçok erkek ve kadın olarak yayan Cenab-ı Hakk, ilk günden beri örnek kişileri önümüze koymuş ve rol model karakterleri kopyalayıp O’na götüren yolda kullanmamızı istemiştir. Bir de cins yönünden bakacak olursak, adı bilinmeyenlerin yanı sıra Kur’an’da adı geçen peygamberler ile istediği yaşam modelini adreslerimize postalayıp her iki cinse yeterli derecede işaretler sunsa da, vahiy sürecinde hanımlara pusulalık yapmış yön bulduran yıldızları göz ardı edemeyiz. Onlar ‘’kadın başlarıyla’’ cenneti ve cehennemi yaşayarak göçtüler. Asrın kadınları filmlerin, televizyon dizilerinin, trafiğin, depresyonun, migrenin, sınavların ve işverenin sultası altında bir oraya bir buraya savrulup bazen de birbirlerine çelme takarken, orada yerinde duran ‘’gerçek starlar’’dan bahsetmek , mevlitli ve menkıbeli toplantıların konusu gibi algılanır oldu.
Zaman makinesine binip, geçmişe uzanarak en eskiye nazar edecek olsak, yeryüzü sahnesinin ilk hanım prototipi Havva valide karşılar bizi. Havva kimdir? Havva nedir? Sorularına; ilahi senaryonun kahramanıdır, hevadır, meraklı eştir, giysileri yemek kokan fazla kilolarından muzdarip kapı komşumuzdur, görmediği evlatlarının ‘’günahkâr kadın’’ yaftasını attığı masumiyet timsali vs. cevaplar alabiliriz. Kur’an, onun yasağı çiğnemedeki rolü hakkında sessiz kalmışken, ‘’kadın tekinsizliğini’’ besleyecek nitelikteki bilgiler süzgeçlenerek alınmalı. O, Hazret değil valide nitelemesiyle bizlere daha yakın tüm zamanların yitik cenneti… En Anne…
Kutsal yönünü bir kenara bırakalım bir seyahat listesi yapacak olsam, yeryüzünde gidebileceğim en son mekâna Mekke’ye kucağında bir çocukla bırakılan, ziraata elverişsiz kurak yerlere bereketiyle şehir kuran hanım Hz. Hacer… Bunları yazarken onu yâd edişimi mütebessim bir çehreyle omzumun üzerinden bizleri seyrederken hayal ettiğim, ömrü kayıtlara çile olarak geçmiş en sa’yci en sahici… Efendimizin ninesi… En Büyükanne…
Mademki Allah kimseye taşıyamayacağını yüklemiyor o halde çok da zor olmasa gerek Meryem gibi Müslüman olmak. En azından imkânsız değil. Hanımlığı dışındaki kabiliyetleriyle kendilerini ispatlamaya çalışan çağın kadınlarına mihrabının kenarından nasıl bir çehreyle baktığını hayal edemiyorum. Meryem denince gözümüzün önüne gelen Hıristiyanların Meryem tablolarını uzaklaştırıp, Hz. Meryem filmindeki o çehreyi yanımıza alarak onu Meryem suresinden tanımalı ki, ‘’herkes kendi İsa’sına gebe bir Meryem’dir’’ vecizesi hakikat bulsun.
Hakkında ne yazılsa az gelecek olan bir Hz. Hatice… O’nu bazen sıcak çorba pişirmiş evlatlarını sofraya bekleyen şefkatli bir anne, bazen eşinin yokluğunda gölgede bile durmayıp yanık türküler yakan bir sadıka, bazen de yanından geçtiklerinin el pençe divan durdukları şirket müdiresi olarak tahayyül ediyorum. Sanki seslensem duyacakmış gibi…
Model olarak sıralayabileceğimiz tüm hanımlarda hepimizin karşılaşması muhtemel hayat hikâyeleri var. Hangisinden bahsetsek kendimize pay çıkaracağımız bir nokta vardır. Doğurmadan anne olmuş, ayet ile anne olmuş bir Hz. Aişe… Babasının annesi Hz. Fatıma… Çağrı filminden aşinası olduğumuz Hind… Hani şu Hazret vasfını çok görüp zihnimizde hep Müslüman olmadan önceki profiliyle çakılı kalan elleri kınalı Hind… Cinayet azmettiriciliğinden ‘’radıyallahu anha’’ yolcuğuna uzanan serüvende ellerini tutsak bizleri Rasulullah ile yaptığı biate ortak kılmışçasına yakınlaşabileceğimiz en zor kadın…
İsmi duyulunca hikâyesi herkesin bam teline dokunan Hz. Züleyha… Kur’an onun hikâyesini sona bağlamamışken herkesin ağız birliği etmişçesine mutlu sonlandırdığı aşkın baş timsali… Ve diğerleri… Onları yüzyıllar öncesine aitmiş gibi kanıksayıp o dönemlere hapsetmek kendimize yapacağımız fenalıktan başka bir şey değil. Bu yazı onlar hakkında yazılanlara bir şeyler eklemek için değil de, onların gündemimizden eksilmemeleri namına bir tekliftir. Allah hepsinden razı olsun. Her birisine ayrı ayrı selam olsun.
Bu yazı ilk defa www.gencgonulluyuz.biz sitesinde yayınlanmıştır.