
Özlem Abay
Modern hayatın bizi getirdiği noktada dünyanın çevremizde döndüğüne inanmaya başladık. Sosyal medyanın “Yalnız sen önemlisin!” söylemiyle dolu konuşma ve videolar, kişiyi kendi benliği ile dolu hâle getirdi. Bu noktada şu soruyu sormamız gerekiyor kendimize: Benim haricimdekiler benden daha az mı önemli?
Ben merkezli dünyada Allah’ın sesini duyamaz hâle geldik. Oysa Allah konuşur. Olaylarla, insanlarla, kainatla, peygamberiyle ve kitabıyla bizimle konuşur. Biz kendimizle o kadar dolu ve meşgulüz ki bu sesi duyamıyoruz. Duyabilmek için bir gönül kulağına sahip olmamız ve içimizdeki beni susturabilmemiz gerekiyor. Biz bu sesi duymaya başladığımızda hayatımızdaki küçük ve büyük mucizeleri de görmeye başlayacağız.
Duyabilmek, bir ruh terbiyesini gerekli kılar. Ruhu, ilahi sesi duyabilme kıvamına getirebilmek için Mevlâna Hz. “Dinle!” hitabıyla başlar Mesnevi’sine. Bunu başarabilen insanlar; Allah’a, kendine, topluma ve kâinata karşı sorumlulukları olduğunu fark ederler. Fark etmek de bir uyanışı, uyanmak zorlu bir başlangıcı beraberinde getirir. Çünkü kişi kendi benliğinden sıyrılıp ötekilerinin de farkına varmaya başlamıştır. Peki, bu kolay mı? Değil elbette. Cahit Zarifoğlu’nun da dizelerinde dile getirdiği gibi: “Dedim ya işte bocalıyorum / Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı?”
Uzun yıllar kendi benimiz etrafında kurduğumuz bir düzeni bırakıp ötekilerinin de olduğu gerçeğiyle yüzleşmek, bir konfordan vazgeçmek gibidir. Ehemmiyet vermediğimiz sorumluluklar, bencilliğimiz, hayatın bizim için güzel olmasını istediğimiz gibi başkaları için de güzel olmasını istemek gerçeğini bize unutturmuştur.
Allah, bize önce kendimiz için iyi şeyleri istemek gibi bir sorumluluk yüklemektedir. Kişi kendi için musibet ve kötülük istemez. Öyleyse mümin kardeşi için de bunları istemesi doğru olmayacaktır. Bu bir sorumluluk ve ihtimam ahlakıdır. İmanın mükemmel bir şekilde olması kemal bulmasıdır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bir kişi hayırdan kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi içinde istemedikçe mükemmel şekilde iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman 7; Müslim, İman 71-72)
Kemâl, “bir şeyin bütün parçalarının tam, yeterli ve yerli yerinde olması” anlamına gelir. Demek ki imanımız bütün parçaların yerli yerine oturmasıyla kemal bulacaktır. Çağımızın en büyük sorunlarından biri de budur. Ötekine karşı sabrımız, tahammülüz yok. Etrafımıza duygu, düşünce ve davranışlarımızla verdiğimiz tahribatı göremiyoruz. Hepimizin aynı gemide olduğunu, birimize gelen zararın hepimizin etkileyeceğini unutmuş durumdayız.