Akşamın sükûneti çöküyordu şehre. Güneş yerini umut diye parlayan yıldızlara bırakmış, sessiz sakin göz kırpıyordu uzaklardan. Rüzgâr ince ve narin tül gibi okşuyordu hisleri. Öylesine sessiz öylesine derinden. Cevabın tek bir kelimeye bağlı olduğu, sorularınsa anlamını yitirdiği yerden. İşte tam oradan, kalpten…
Kimileri anlamadı esintileri, kimileri ise hiç anlayamadı ya da anlamazdan geldi. Manasına ermek için gökyüzünü izlemek gerekirdi, görmek için bir kalp. Mührü elinde tutan Rabb’e tazimle yönelmeliydi. Rahmet, O’na râm olan gönüllerle birlikteydi.
Derken bir sağanak başladı. Gökten yıldızlar yağıyordu bağrına toprağın. Sanki rüyaya açılmıştı gözleri çocuğun; gerçeğe, insanın hakikatine. Zaten hakikat çocuğun içinde değil midir? Gördüklerimiz, zanlarımızdan ve kabullerimizden ibaret değil midir? Velev ki bir kuş yuvasına uzanmış ya da örümcek ağına takılmış olsa da çocuk her yerde masum değil midir?
Kâbe’nin örtüsüne tutunan, mazlumun gözyaşını silen, zulmü kabullenemeyen içimizdeki çocuktan bahsediyorum. Yeryüzü coğrafyasına gecenin bir vakti ruhuyla yayılan asil ruhtan. Her şeye ve herkese kanmaya hazırdır oysa ki. Zaafım dediği yerden parlar eşsiz kuvveti. Kandırdım zanneder diğerleri. Diğerleri, basit diğerleri, toz kadar kıymeti olmayan, pespaye diğerleri…
Nedendir anlamaz insanlar çocukları. Eğlenirler gördükleri yerde. Halbuki insanın kurtuluşu çocuktadır. Hani kafeslere hapsettikleri, karanlığa payanda benliklerin unuttuğu safiyette. Herkeste vardır bir çocuk; bastırılmıştır büyük gölgeler tarafından, kör olmuştur, kötücül zanlarıyla yaşamaktan.
Ve sonra neyi kalır gayrı kupkuru yaşamaktan…
Ufuk çizgisinin umut besleyen yıldızlara ihtiyacı var insanın. İçindeki esiri hürriyetine kavuşturmaya ihtiyacı var. Mühürse Rabb’dedir. Gariplerin beklediği ışık, gaip çocuğun göğsündedir.
Sessizce bir köşede sahibi olduğu ruha kavuşma özlemi duyan çocuğun göğsü. Ağlayan, anlayan ve Yakup peygamber özlemiyle aslına yanan…
İşte o çocuk için son olarak bir kez daha; “İnşirah ver Ya Rab, mühür senin elindedir.”