Televizyon duası
Yıllarca bizim de bir televizyon kanalımız olsun istedik. Böyle olmazdı, her şey açık saçık her şey gayri ahlaki… Namazlardan sonra bolca dua ettik. Sonunda Allah nasip etti ve bir gün bizim de bir kanalımız oldu. Tam da “işte şimdi oldu” derken bize bir şeyler oldu, ekranlar bir anda o küfür ettiğimiz dansözlerle doldu. Neyse dedik, bunda da var bir hikmet, herhalde biz beceremedik. Artık olan oldu, önümüzdeki maçlara bakmak gerek.
Radyomuz da olmuştu ondan önce. Tabi pek mözüklü şeyler çıkmazdı, hatırladığıma göre eskiden böyle şeyler biraz günahtı. Ben küçüktüm o zamanlar, ezanlar hala radyodan okunur, İsmail YK çalmazdı.
İktidar rüyası
Böyle olmuyor dedik bir gün, bıktık artık bu baskılardan: artık iktidara yürümeliyiz, biz de bu memleketin Müslüman bir ferdiyiz. Başörtümüzle her yere girebilmeli gerekirse cumhurbaşkanı olabilmeli benim Müslüman kardeşim; haksız mıyım kardeşim! Allah yürü ya kulum dedi, önce iktidarlık geldi, sonra 367, sonunda cumhurbaşkanımız oldu alnı secdeli. Bu sefer tamam, artık işler yoluna girdi derken… Gördük ki eskiden eleştirip durduğumuz modayı artık biz yönetiyoruz, Hayrunnisa hanım ne giyerse onu giyiyoruz. Kapitalist Müslümanlarımız oldu sonra, başörtülü feministlerimiz… Faturayı laiklere kesecekken Allah, ihale bize kaldı. Seccadede bıraktığımız gözyaşlarımız zaman aşımına uğradı, kurudu, lakin içimiz karardı.
Para hülyası
Yok yok, para olmayınca olmuyordu bu işler. İhaleler, belediyeler falan derken işin raconunu da öğrendik, sonunda biz de güzel bir bayan sekreter edindik. Para da kazandık biliyor musun aslında, öyle bencilce hepsini de yemedik: krallığımızı genişletmek için burs, kibrimizi büyütmek için sadaka verdik. Tamam tamam hemen kızmayın, hepimiz böyle değildik.
Sözlük belası
Hep onlar konuşuyor, biz neden susuyoruz deyip durur, isterdik olsun bir sözlüğümüz. Yetmezdi çay ocakları, hararetli tartışmalar yurtlarda, abi evlerinde olmazdı. Olurdu aslında, güzel de olurdu ama kör şeytan dürtmeden nasıl dururdu? Onlar küfür ediyorsa biz etmeyiz olum, göreceksin bak her şey daha güzel olacak, hem bundan Allah razı, hem de Allah’ın sevgili kulları… Derken olaya zihni dinç ağabeyler el attı, ssg’nin sistematik yardımları, istişareler, temenniler; Ali, Murat, güven verdiler… Eskiden biraz sessizlik vardı, şimdilerde Allah, Peygamber ve Meleklerin itibarı ancak mahfuz, gerisi özgürlük adına açıkta kaldı. Ve artık Güven veremediler…
Hira mağarası
Elimizi neye attıysak elimizde kaldı. Neden hep böyle oluyor, bunu nasıl çözeceğiz? Ne zor bir zamanda yaşıyoruz, ne zor bir çağ bu! Beni teselli edecek bir fikir yok artık. Diyorum bir Hira’m olsa keşke benim de, gidip ona sığınsam.
Bana sabret diyor arkadaşlar: bunların hepsi imtihan... Durmuyor gözyaşlarım, çıldıracak kadar geriliyor zihnim. Bazı akşamlar dostum Taha Süren ile oturup çıldırmadan, bağırıp çağırmadan, hüngür hüngür ağlamamak için dişlerimizi sıkarak, muhabbet ediyoruz, konuşuyoruz bunları. Size nostaljik gelecek ama en çok da geçmişi özlüyoruz.
Ben, artık şehrin savunulacak bir yanı kalmadı diyorum olanca karamsarlığımla; Taha biraz daha ümitli, yok diyor savaşacağız. Çelik zırhları kuşanıp savaşmak için yola çıkanlar, pembe etekler giyip geri dönüyor diyorum, bu nasıl iş? Modernizm bizim silahlarımızı küçük oyuncaklara dönüştürüyor diyor Taha. Neyse diyoruz bir çay daha içelim, sonra Sait’ten çiğ köfte yeriz…