
Doğada hiçbir şeyin varlığı lüzumsuz değil. Bu, kendi tabiatımızdaki duygular için de geçerli, hepsi kişiye özel ve kâfi miktarda. Bazılarının imtihanı perhiz yapmak, dengeyi korumak adına; bazılarının da takviyeye ihtiyacı oluyor zaman zaman. Ne aç kalsınlar ne de oburlaşıp azgınlaşsınlar isteriz. Olması gerektiği kadar, kullanılması gereken yere göre. İsraf ederek hiç değil.
Üç-beş sene oluyor, oturduğumuz apartmanın etrafında sıkça fareler görülmeye başlamıştı. Hâliyle herkes şikâyetçiydi. “Ya evimize girerse, ne ederiz” evhamından, normalde binalara girişi “hoşt, kışt, pışt” şeklinde hitaplarla engellenen sokak kedilerine bile kapılar açılmıştı.
Kediler bayram yapmış. Fakat yakaladıkları avları milletin önünde sallaya sallaya gezdirmeleri sinirleri daha da çok bozmuştu. “Bu böyle olmayacak efendiler, ilaçlayalım” diyen yöneticiye çoluk çocuk bahane gösterilerek itiraz edilse de başka bir çözüm bulunamamıştı.
Sorulması gereken soru aslında şuydu: Sahi bu hayvanlar neden bu kadar çoklar ve Allah aşkına bunlar nereden, neden buraya geliyorlar?
…
Bir sabah marketten eve doğru dönerken bizim binanın hemen ötesindeki boş arsada bir şey fark ettim. Yaklaşıp baktım ki aman Ya Rabbim! Sekiz-on kadar fare salçalı bulgur pilavı yiyor. Menü de geniş ha, az ileride patatesli börek, fırın makarna, simit ve daha bilumum karbonhidratlı yiyecek türü var.
Kabul ediyorum, ben de o arsaya güya ziyan olmasın diye küflenmeye yüz tutmuş ekmek vs. koyuyordum. Ama bırakırken sokak köpekleri, güvercinler, martılar, hadi belki karıncalar falan yer diye gönlümü ..................................................................