
Hepimiz bir yerin yerlisi, başka bir yerin yabancısı ve bir şekilde gurbetin aşinasıyız. Hatırlayamamaktan muzdarip olduğumuz, ilk yer sandığımızın da ötesindeki bir ilk yer ağrısına sahibiz. Ortak bir gurbetin sebep olduğu hasret hissiyle yaşayıp duruyoruz. Her küçük boşlukta, dünya fenası canımızı her yaktığında, hissettiğimiz o kırılma ve hasret bununla alakalı. Hepimiz biraz gurbetteyiz.
Gurbet çok uzun bir kelime. Altı harf ve iki heceden çok daha fazlası. Bunu, şükür ki, somut anlamda deneyimlememiş ve bir o kadar da gözlemlemiş biri olarak söylüyorum. Fakat bir o kadar da gözlemlemiş biri olarak. Zira memleketinden kopup yakınıma düşenleri de gördüm, yakınımdan gidip uzakta kalanları da. Milliyetçiliğin ırkçılığa benzediği nice davranış şeklini gözlemleme imkanım oldu. İki kelimenin de bir tarafı bölerken bir tarafı birleştirdiğini fark ettim. Anladım ki beraber de olmuyor ayrı da. İnsan, ne tam olarak kök salabilir ne de ayaklanıp gidebilir. Ortada bir yerde. Her daim eğreti.
Toprağın üstünde bizim iddia ettiğimiz çizgiler yok aslında. Dünya “hadi buram şu insanların, şuram da bu insanların olsun” demedi hiç. Gövdesi başka, kökü başka yerde duran ağacın bu ikilikten haberi dahi olmadı. Kendi kendimize koyduğumuz isimlerle ve birbirimize zorla yapıştırdığımız etiketlerle sonsuza kadar sürecek ayrışmayı biz çıkardık.
Bu yaşımda, dünya vatandaşı olmakla buralı olmak arasında bir seçim yapmak istemiyorum. Her yer benim ve hiçbir yer benim değil gibi geliyor. Bir yere ait olmak, bir yerde sorgusuz sualsiz dolaşmak güvende hissettiriyor. Ama bana tanınan her imkan ve aidiyet, bir başka yerde beni yabancı ya da dışlanmış kılıyor. Yoksa meselenin belli bir yerdeki gurbetçiler ya da farklı etnik gruplarla ilgisi yok hiçbir zaman.
Kim nereye çökmüşse orayı kendinin sanıyor ve ötekini yadırgıyor. Bir yerin sahibi diğer yerin yabancısı kılınıyor. Bir yere ev kuran başka bir yerin istenmeyeni oluyor. Bu tuhaf düzende isteyerek de olsa istemeyerek de olsa insanın kendisi gibi olanlardan uzak düşmesi türlü hüznü beraberinde getiriyor. Kendine yer bulamayan insan kabul görmek için çaldığı kapılardan haber bekliyor ömür boyu. Kendine yer bulan ise kapısının çalınmasından korkarak, farklılığa karşı panjurlarını indirerek oturmaya çalışıyor.
İnsanın anlam arayışı ve varoluş derdi daima bir yerde sancıdığı için, bir yerli olmak ile olmamak arasındaki mesele daima bizimle. Muhtemel ki kendimizi güvende hissetmek için varlığımızı ..................................................................