
S. Bilgehan EREN
-Dikkat! Bu yazıda anlatılan kişiler ve olaylar tamamen gerçektir-
Moda programlarının, stil ve kıyafet yarışmalarının yüksek reyting aldığı, renk renk ve çeşit çeşit kıyafetler paylaşan, sadece paylaştıkları bir ayakkabının bile binlerce “like” aldığı; “influencer”ların, “youtuber”ların olduğu bir zaman diliminde, bize yüzlerce seçenek sunan tüketim kültüründe katliamlardan kaçarken evlatları arasında seçim yapmak zorunda kalan anneleri de görmek gerekiyor. Nasıl bir seçim yapardık, “medium”unu mu “large”nı mı seçerdik (!), biz olsak “hangi evladımızdan vazgeçerdik” diye düşünmek gerekiyor.
Kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyordu John Berger (1926-2017): “Dickens, yoksulluğu anlatan bir yazardı. Alt sınıflar, emekçi sınıflar Dickens’la birlikte romana girdi. Aradan geçen zaman içinde Dickens’ın anlattığı türden bir yoksulluğun geçmişte kaldığına inanıldı. Oysa bugünün dünyasında, gezegenin dört bir tarafında feci bir yoksulluk kol geziyor. Bu yeni yoksulluk, şimdiye kadar görülmemiş bir nicelikte ve derinlikte.”
Abdullah Kibritçi’nin Şubat 2021’de yayımlanan “Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor” isimli kitabında tam da bunu görüyoruz. Kibritçi, çağının şahidi olarak, belgesel ve yardım faaliyetleri için dünyanın dört bir tarafına yaptığı seyahatlerde görüp yaşadıklarını; mazlumları, mağdurları, mültecileri, yüreğinden satırlarına taşıyıp Katmandu’ya yol arkadaşı ararken, aslında diğerkâmlığı unutmuş olan asrın insanını, anlattıkları vesilesiyle vicdan, fazilet, iyilik ve insanlık yolunda yoldaşlığa-gönüldaşlığa davet ediyor. Sanırız herkes şu hususta hemfikirdir: Modern çağda görebildiklerimiz, popüler kültürün bize gösterdiği kadar.
Master şeflerin yemek beğenmediği bir zaman diliminde, dünyada milyonlarca insan ekmek bulamıyor. 800 bin insanın öldüğü Ruanda katliamında, henüz o zaman 16 yaşında olan Osman’a, ninesi “bunlar sana verdiğim son yiyecekler” derken, bizim aklımıza Mart 2021’de açıklanan Birleşmiş Milletler Raporu geliyor. Dünyada her yıl 931 milyon ton gıda israf ediliyor ve maalesef bunun yaklaşık 8 milyon tonu da ülkemize ait.
Şöhretlerin açıklamalarını, aşklarını (!), sansasyonlarını pür dikkat dinlediğimiz bir zaman diliminde, Afganistanlı Aziz’i, Çadlı Mebruka’yı, Açeli Vildan’ı, Filipinli Bensey’i ve kitapta geçen onlarca kişiyi de duymak gerekiyor. Onların acılarına ortak olmak gerekiyor.
Borsadan, dolar-avro kotasyonlarından gözümüzü alamadığımız bir zamanda, Haitili Recep Abiyi unutmamak gerekiyor. Batı’nın zenginliğinin, yağmacılıktan ve sömürgecilikten geldiğini bir Haitilinin yaşadıklarından müşahede etmek gerekiyor.
Moda programlarının, stil ve kıyafet yarışmalarının yüksek reyting aldığı, renk renk ve çeşit çeşit kıyafetler paylaşan, sadece paylaştıkları bir ayakkabının bile binlerce “like” aldığı; “influencer”ların, “youtuber”ların olduğu bir zaman diliminde, bize yüzlerce seçenek sunan tüketim kültüründe, katliamlardan kaçarken evlatları arasında seçim yapmak zorunda kalan anneleri de görmek gerekiyor. Nasıl bir seçim yapardık, “medium”unu mu “large”nı mı seçerdik (!), biz olsak “hangi evladımızdan vazgeçerdik” diye düşünmek gerekiyor.
Batı’ya hayranlıkla bakarken, Ruanda’yı sömürgeleştiren Belçika’yı, kendi kontrolü altındaki bölgede katliam yapılmasına izin veren Fransa’yı, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar önemli bir şey değil” diyen eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’ı da unutmamak gerekiyor. Afganistan’da Azizullah Amcayı dinlemek gerekiyor. Bir gece ansızın ABD askerleri tarafından evinin bombalanmasını, oğlunun ölmesini, 20 ay herhangi bir suçu olmamasına rağmen hapiste kalmasını bilmek gerekiyor. ABD askerlerinin istedikleri gibi operasyon yaptığını, insanları öldürdüğünü, ailelerine korku vermek için onların gözü önün .................................................................................................