“Ölmeden evvel ölünüz” hadis-i şerifinin sırrına erebilmek ve bu hadis-i şerif mucibince yaşayabilmek için ölümden sonraki hayatı sürekli düşünmemiz gerekiyor. Ölümü düşünmeye “tefekkür-i mevt” deniyor. Allah dostları sıkça tefekkür-i mevt yapmayı tavsiye ediyorlar. Hatta bazı tasavvuf kollarında her gün evrad olarak yapılıyor.
Ben de Allah dostlarının bu tavsiyesine uyup ölümü ve sonrası hayatı düşünüyorum. Cesedimiz henüz bu dünyada musalla taşında iken, kabir sualini vermeden evvel geride bıraktığımız tanıdık insanlara başka bir soru sual ediliyor. “Mevtayı nasıl bilirdiniz?” Bu sual kalbimi ürpertiyor ve beni düşündürüyor. İnsanların beni nasıl bildiği Cenâb-ı Hakk için önem arz ediyor demek ki asıl hayatımıza geçmeden önce soruluyor. Bu konu ile alakalı başka bir hadis hatırıma geliyor. “İnsanlar Allah’ın yeryüzündeki şahitleridir” buyruluyor. İnsanların şahitlikleri bir nevi insanlık karnemiz. İyiliğimize ya da kötülüğümüze şahit tutuluyorlar. Canı gönülden “iyi bilirdik” dedirtebiliyorsak ne mutlu. Hoş bir sada bırakabilmişiz demektir. Ama dilleri iyi bilirdik derken gönülleri başka şey söylüyorsa sanırım vay halimize.
Ahiretimiz için ibadetlerimiz kadar muamelatımızda önemli. Öldükten sonra hayırla anılan bir insan olmak istiyorsak ölmeden evvel sürekli kendimizi hesaba çekmeli, bu hayat yolunu beraber yürüdüğümüz insanlara “Beni nasıl bilirsiniz?” diye sorup vaziyetimizi kontrol etmeliyiz. Nitekim can emanetini Rabbimize teslim ettikten sonra artık ne hâyır yapabileceğiz ne de hâyır konuşabileceğiz… Dem bu dem… Gün bugün… Rabbimizin rızasına ulaşmak, bu dünyadan göçüp gittiğimizde hayırla anılmak ve cennete adım adım yaklaşmak için yapabileceğimiz ne varsa, onu bugün yapalım. Yarına bırakmayalım çünkü geleceği meçhul… Hemen… Şimdi…