Gökhan Gökçek
Çift bölüm okuma fırsatının doğmasının ardından hukuk fakültesinde okurken edebiyat fakültesine de kaydını yaptıran Mehmet Niyazi, Felsefe bölümünü başarıyla bitirir. Akademik kariyerde başarı sağlamak için Almanya`ya gider. Marburg Üniversitesi`nde Prof. Dr. Ditrich Pirson`un yanında "Türk Devletlerinde Temel Hürriyetler" konulu doktora tezini tamamlar. 1988`de Türkiye`ye döndüğünde Tercüman ve Zaman gazetelerinde köşe yazıları yazar. On altı kitabı bulunan Mehmet Niyazi, romanlarında Türk sosyal yapısı üzerine görüşlerini belirtir. Nizâm-ı Âlem, Türk Yurdu ve Ufuk Çizgisi gibi dergilerde de makaleleri yayımlanan yazar, hâlen Zaman gazetesi`nde yazmaktadır.
on kitabınızdan bahsedelim hocam. İlk sorum neden Doğunun Ölümsüz Çocuğu?
Doğu büyük hizmetler bekliyor, bu büyük hizmetleri yapanlar ölümsüzlükle kucaklaşırlar. Doğu vefakârdır, kadir-kıymet bilir. Ama son 150 yıldan beri doğu, arapsaçına dönmüştür. Kim hain kim cahil kim vatanperver... At iziyle, it izi birbirine karışmış durumda. Onun için doğuya büyük idealistler, inandığını yaşayarak hareket edenler, ilmi-irfanı bu topraklara taşıyanlar lazımdır diye düşündüğüm için, kitabın adını “Doğunun Ölümsüz Çocuğu” koydum.
Kitabınızın tanıtım kısmı "bir ideale gönül verenler" diye başlıyor. Sizce bir genç için “bir ideale gönül vermek” ne manaya gelmeli?
Çok kısa bir cevabı var. Hayatını ona tahsis eder; yani her şeyiyle beraber o idealin, o mefkurenin, o gayenin ve o hizmetin emrinde olan bütün imkânlarını o uğurda seferber eden GENÇ olarak ben onu anlıyorum.
Ardından “vicdanını rehber edinenler” demişsiniz. Günümüz materyalist dünyasında vicdanı rehber edinmenin yolu nedir? Gençlere bunu nasıl anlatırsınız?
İnandıklarını yaşamakla. Neye inanıyorsan onu samimiyetle benimsemek, onu yaşamak, onun gerektirdiği hizmetleri yapmak; ben bu şekilde anlar, anlatırım. Kısacası; o uğurda inandıklarını rehber etmek, vicdanını rehber edinmektir.
Devamında “herkes yarattığının kurbanıdır” demişsiniz. Bu cümleyi biraz açsak?
Yani aşk görmekle başlar. İmkânsızlıkla alevlenir, gelişir. Ama sen fanteziler ilave edersin. “Aşık insanlar birbirinin cahilidir”; onu bu kurala göre idealize edersin. O yüzden yakından tanıdıktan, evlendikten sonra o aşk sona erer... Geriye kalan saygıya dayalı bir sevgidir. Aşkın o yıpratıcılığı kaybolup gider. Çünkü artık birbirini tanıyorsun yani idealize etmiyorsun. Her insan üç aşağı beş yukarı birbirine yakındır. Onun için herkes yarattığı, geliştirdiği, ürettiği hayalinin kurbanıdır diyorum. Elde ettiğinde bakıyor ki umduğunu bulamıyor. Çünkü hiçbir şey mükemmel değildir, Rab’bül aleminden başka... Heves elde edene kadar, ondan sonra aşk biter...
Birçok yeteneği yitirdiğimiz "sürprizlerle dolu hayatın pususu"nda yeni kurbanlar vermemek için bir altın kural var mı, varsa nedir?
Dikkatli olmak lazım. İnandıkların uğruna hayatını düzenleyeceksin. Tehlikeli bulduğun yerlere bilhassa genç yaşlarda adım atmayacaksın. Neye gönül vermişsen ona göre yaşayacaksın... Çünkü hayat isteyerek-istemeyerek geçip gidiyor. Ve giderken de bizde hiçbir şey bırakmıyor, her şeyi alıp götürüyor...
Ömrünün sonuna geldiğinde hiçbir şey yapamadıysam bile vicdanımın sesini dinledim ona göre yaşadım, dersin. Bu senin için bir kurtuluş yoludur. Eğer vicdanına göre yaşayabiliyorsan...
İnandıkları gibi yaşayan idealistlerden sizin örnek aldığınız birkaç isim söyleseniz?
Benim tanımadığım daha nice insanlar vardır. Ama birkaç tane sayacak olursak; Nurettin Topçu’yla başlarım. Sonrasında Necip Fazıl her şeyini gençlik için ortaya koymuştur. Said-i Nursi dağlarda, ovalarda çalışmıştır. Sami Efendi ömrünü bu hizmetlere adamıştır. Süleyman Efendi`yi görmemezlikten gelemeyiz; bu kadar talebe yetiştirmiş. Ömrünü adamasa bu kadar talebesi olabilir miydi? Dediğim gibi benim bilmediğim daha nice büyük zatlar vardır. Bunlar ilk aklıma gelenler.
Peki hocam, muvaffak olma yolunda gençleri önlerine çıkan engellere karşı ne yapmalarını önerirsiniz?
Rahmetli Nurettin Topçu "hak bildiğiniz yolda yalnız yürüyebilecek kadar güçlü olun" derdi. Bu çok önemlidir. Bütün engellere, olaylara karşı hak bildiğiniz yolda yalnız yürüyecek kadar... Benim tavsiyem budur. Sen inandığında yürü. Rahmetli Necip Fazıl bir olayı çok naklederdi. "Napolyon`a mağlup olmuş Alman orduları çekiliyorlar karanlık dağlara. Tabii Napolyon hızlı hızlı takip ediyor. Pusu kurup zaman kazanmak istiyorlar. Bir darboğazda pusu kuruyor Alman birliği. Napolyon oraya ordusuyla geldiği zaman bir ateşle karşılaşınca yere yatıyorlar. Bakıyorlar sönük bir ateş. Napolyon yanındakine bağırıyor "seslen; artık Almanya bitti, tükendi teslim olun" diye. Karşıdan bir cevap geliyor "mademki ben varım, Almanya vardır; ateeş!" diyor. Tabii Napolyon da namluları oraya doğrultuyor. Teğmeni havaya uçuruyor. Hayatının en büyük nişanını o Alman teğmenin cesedine takmıştır Napolyon. “Madem ki ben varım, Almanya vardır; başkasına ihtiyaç yok...“
Son söz olarak gençlere bir öğüt aktarsanız?
Ben dün gençtim, nasıl bu yaşa geldiğimi hiç anlamadım. Onun için sen de gençsin nasıl benim yaşıma geleceğini anlamayacaksın. Eğer şu günlerinde zamanını iyi değerlendirirsen, ömürden bereketli bir şey yoktur. Eğer değerlendiremezsen, geriye dönüp hüsranla bakarsın. Hüsranla bakmamak istiyorsan gününü değerlendireceksin...