
S. Bilgehan Eren
Bugün fiyat istikrarından önce ahlâkî istikrara, enflasyonu düşürmekten önce insanî hakikati yükseltmeye odaklanmamız gerekiyor. Zira sebebi düzeltmeden, sonucu düzeltemeyiz.
Sohbet meclislerinde, dost ortamlarında, bazen de gençler tarafından en çok sorulan soru: “Bu gidiş nereye; ne olacak bu ekonominin hâli?..”
Ben de genellikle şöyle bir sual ile cevaba başlıyorum: “Ne olacak bu insanoğlunun hâli? Mezarı unutanın, pazarı iflah bulmaz. Hatta pazarında bereket de olmaz.”
Burada mezardan kasıt, sadece öldükten sonra yatılacak yer değil de, dünyada ona göre bir hayat yaşamayı belirtici bir nizam ihtiyacı elbette… Ve bu nizam, ferdî olduğu kadar, içtimaî de olmak zorunda.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olalı en az 20, bankada “treasury room”da çalışalı en az 15 ve GENÇ’te aşağıdaki paragrafı yazalı da en az 10 seneden fazla olmuş:
“Materyalistlere sorarsanız, her medeniyet belli bir iktisadî yapının biçimlendirdiği bir değerler bütünüdür. Bize göre ise durum tam tersidir; her medeniyetin kendisini temin eden değerler sisteminin biçimlendirdiği bir iktisadî yapısı vardır. Ruhçu iktisat anlayışı; insanı, iktisadî faaliyet gayesine göre değil, iktisadî faaliyeti insana göre açıklar. Yani merkezde her daim insan vardır.”
Merkezine insanı ruhî bir bütünlük içinde almayan, yaşanmaya değer hayatın her sahada ideal cevabını veremeyen hiçbir sistem felaha varamayacaktır. Zira bu bir anlamda şirktir ve şirk de aslında tevhidi parçalamak üzerine kurulu, “mutlak”ın (algının, tasavvurun) bozulmasıdır ki işte bunun müntehası da “kaos”tur. Elbette buna iktisadî alan, ekonomi de dahil.
Şimdi bu tasavvurun nasıl bozulduğuna -iktisat merkezli- kısaca değinmek için biraz geriye gidelim.
Çağdaş diye tabir edilen bilimi Orta Çağ’dan ayıran ilk gelişme Kopernik ile ortaya çıktı. Kopernik, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü, evrenin merkezinin Dünya olmadığı fikrini ortaya attı. Peşi sıra Kepler ve Galile geldi. Kepler, gök cisimlerinin hareketlerini açıklayan temel yasaları ortaya koydu. İngiltere’de Francis Bacon deneysel bilimi savundu. Modern filozofînin babası sayılan Descartes (1596-1650) Fransa’da ortaya çıktı ve bir nevi bilimin mutlaklığını, kesinliğini savundu. Descartes’a göre bilim neredeyse matematikle eş anlamlıydı. Ve bu görüşe göre, bilimin ana gayesi tabiata hâkim olmak, kontrol etmek, evrenin efendisi olmaktı. İşte bu Dekartçı görüş bir anlamda her şeyin başlangıcı oldu.
Bu bilimsel devrimi ise her ne kadar “kafasına elma düşen” bir adam olarak tanıyorsak da aslında bir majisyen olan Sir Newton (1642-1727), deneyde vatandaşı Bacon’ı da aşarak, kendisine kadar gelen metotları-bilgileri derleyip sentezledi ve tabiat bilimlerinin dayandığı metodolojiyi ortaya koydu. Ve ilginçtir bu metot o kadar etki sahibi oldu ki sosyal bilimler sahasında da çalışmaya başlanmadan önce adeta kep gibi kafaya takıldı. Bu “kartezyen paradigma” sosyal bilimleri felsefeden ayırdı ve bir anlamda doğa bilimlerinin anlayışına mahkûm etti. Bu da temel bir yanlışa yol açtı. Sosyal ve toplum bilimlerinde (buna iktisat da dahil) fenomenleri bir makinanın parçaları gibi görüp “bilgi”yi parçaladı. İster kapitalist ister marksist olsun, sözde bilimsel yöntem de buna dayandırıldı.
Oysa işin uzmanlık tarafı bir yana, bütüncül bakış açısını kaybetmek, bu şekilde bilgiyi parçalamak; insanı, hikmeti de parçalamaktı. Mekanik tabiat anlayışı, mekanik insan anlayışına doğru evrildi ve İskoçyalı Adam Smith (1723-1790) Newton fiziğinin doğadaki denge durumundan yola çıkıp, denge kavramını.........................................................