
Erhan İdiz
İnsan gitmeye mecbur kaldığında er ya da geç gider, beklemek sadece geciktirmektir.
“Göç yoluna üçüncü kez çıkacaktım. Daha önce binbir zorlukla gittiğim İran’da çalışmaktan hasta düşmüş, Afganistan’a geri dönmüştüm. İkinci gidişim de aynı akıbetle son bulmuştu.
Afganistan’da ilk günler güzel geçse de bir zaman sonra aynı gerçekle karşı karşıyaydım: Ya elime silah alıp savaşacaktım ya da açlık içinde yaşayacaktım. Ben yine gitmeyi tercih ettim. Çantamı hazırlayıp ailemle vedalaştığımda, amcam 15 yaşındaki kuzenimi de yanıma almamı istedi. Daha önce bu yola çıktığım için tecrübeli sayılırdım. Göç yolunu bilenler, akraba ve komşu çocuklarına ağabeylik ederler.
Aynı yola üçüncü kez çıksam da ilk günkü kadar heyecanlıydım. Yüzlerce göçmenle Pakistan sınırından geçip Müşkil Dağı’na vardık. Önceleri bir günde aştığımız bu dağ, sürekli değiştirmek zorunda kaldığımız rota nedeniyle bitmek bilmiyordu. Kaçakçılar, askerin tuttuğu noktaları haber aldıkça yürüdüğümüz yollar değişiyordu. Bazen saatlerce gittiğimiz yoldan geri dönüyor bazen dağın ayak basılmadık tepelerini, vadilerini zorluyorduk.
Bedenimizi kavuran güneş artık tepemizdeydi. Kayalıklar ısındıkça boğazımdaki kuruluk artıyordu. Genzime doluşan tozu tükürecek kadar ıslaklık kalmamıştı ağzımda. Kalan birkaç yudum suyu, bitmemesi için pet şişenin kapağından içmeye başlamıştım. Yaptığım tek şey dudaklarımı ıslatmaktı.
Kuzenim daha kötü durumdaydı. Sesini çıkarmasa da bitkinliği duruşundan anlaşılıyordu. Gözlerimle onu takip ederken yanı başımda bağıran bir Afgan’ın sesiyle irkildim. Orta yaşlı bu adam, bitkin bir hâlde su diye bağırıyor, elindeki boş şişeyi yanından geçenlere uzatıyordu.
Adamın ağlak cümleleri, gözlerimizin içine bakışları her defasında karşılıksız kalıyordu çünkü bizi neyin beklediğinden habersizdik. Suyumuzu paylaşırsak birkaç saat sonra aynı durumda olurduk. Sonunda ‘Ey Afgan halkı, içinizde himmet sahibi kimse ........................................................