
“Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.” Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Merak ediyorum, Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli şaheserini neden yazdı? Hangi hissiyat onu böyle tuhaf bir eser yazmaya sevk etti? Neye ihtiyaç duydu da insanların saatlerini birbirine saniyesi saniyesine uydurmakla vazifeli hayali bir enstitü yarattı? Bunun yanında insanların saatlerini tamir ederek onlara şifa dağıtan Muvakkit Nuri Efendi isminde bir şeyh karakteri oluşturdu.
Belki bu soruların cevapları bir yerlerde vardır. Ancak bana asıl tuhaf gelen zamanı hoyratça harcayan bizim gibi bir toplumdan böyle bir eserin ortaya çıkması. Hoş bu tuhaflık belki de böyle bir eserin çıkmasının başlıca âmili de olabilir. İhtiyaç olmasa neden yazılsın? Tıpkı benim de bu satırları yazmaya ihtiyaç duymam gibi. Doğrusu ben de eskiden zamanlama konusunda çok iyi değildim. Hatta çocukluğu her gün okula geç kaldığı için müdür yardımcısından tokat yeme korkusuyla geçen birisiyim. Kaderin cilvesi olacak ki zaman geçtikçe “zaman yönetimi”nin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Belki de yediğim tokatların etkisiyle…
Şimdilerde herhangi bir randevuya geç kalmamaya, insanların zamanına saygı göstermeye gayret gösteriyorum. Kendi zamanımı planlama konusunda da alacak yolum var. Doğu ve batıyı keskin çizgilerle ayırmayı sevmem; lakin bu konuda ben hep bir tarafımın doğulu olduğunu hissediyorum. Zaman konusunda bir türlü bir batılı kadar keskin olamıyorum. Bu keskinlik bana karamsarlık veriyor. Belki de bu yüzden şiir doğudan, bilim batıdan yükseliyor uzun zamandır. Çünkü şiir aşkınlık gerektirirken bilim dakiklik gerektiriyor.
Zaman konusunda toplum olarak hiç iyi bir karnemizin olmadığını söyleyebilirim. Derslerimiz zamanında başlamıyor, konferanslarımızın zamanında başlaması ise nadirattan, randevulara çoğunlukla 10-15 dakika geç kalırız, vasıta araçlarımız zamanında gelmez. Bir de daha büyük bir hastalığımız var ki zamana riayeti sadece başlangıçlar olarak algılarız. Oysa bitişler de zamana riayettendir. Bunun en ibretlik örneği sohbetlerdir. Bazı insanlar sohbet meclislerini belirli bir zamanda bitirmenin muhabbetin eksikliğine delalet ettiğine inanıyor. Sohbet ne kadar uzarsa o kadar muhabbet vardır diye yorumluyorlar. Oysa kendimizle de başbaşa kalmalı değil miyiz? Zamana riayet konusundaki bir başka problemimiz de toplum içerisindeki katı hiyerarşilerimizden kaynaklanır. Bizim toplumumuzda amir-memur, patron-işçi, siyasetçi-vatandaş, hoca-öğrenci ilişkileri vazife çizgileri içerisinde değil, sanki askeri bir düzende emir-komuta ilişkisi ile işlemektedir. Hâl böyle olunca memurun âmiri, işçinin patronu, vatandaşın siyasetçiyi, öğrencinin hocayı bekletme hakkı olmazken bunun tam tersi âdiyattandır. Oysa insanlar çıkıp memurunu bekleten amire, işçisini bekleten patrona, vatandaşı bekleten siyasetçiye, öğrencisini bekleten hocaya “Nerede kaldın? Bunu yapmaya hakkın yok” diyebilmelidir.
Gördüğünüz gibi içtimai birçok problemimizin altında zamana riayetsizliğimiz yatıyor. Tanpınar da bunu hissetmiş olacak ki saatler şeyhi Muvakkit Nuri Efendi hakkında şunları söylüyor bize: (Saati kastederek) “Al bakayım şunu! Hele bir zamanına sahip ol… Ondan sonrasına Allah kerimdir!..” sözü kendisine dert yananların çoğuna cevabı idi. Böylece Nuri Efendi’nin sayesinde zamanına tekrar sahip olan insan sanki darıldığı karısı ile daha kolay barışabilir, çocuğu daha çabuk iyileşirmiş, yahut hemen o gün borçlarından kurtulacakmış gibi sevinirdi. Bunu yaparken iki türlü sevap işlediğine inandığı muhakkaktı. Çünkü bir yandan yarı ölü bir insanı diriltmiş oluyor, öbür yandan da bir insana yaşadığının şuurunu, zamanını hediye ediyordu.”
Dinimiz ne kadar güzelse sanırım biz Müslümanlar bu güzelliğe o kadar yabancılaştık. Günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadetimiz saate dayanırken biz bugün saatten, zaman şuurundan uzaklaştık. Bu çok acı bir şey. Daha acısı da bu dine mensup olmayanların zamana bizden daha fazla riayet etmeleri. Bazen düşünmüyor değilim, acaba birkaç yüzyıldır tartıştığımız meselelerimizin çoğunun çözümü zaman yönetiminde mi yatıyor diye. Belki de Tanpınar’ın Enstitüsünü gerçekten kurup saatlerimizi ayarlar ve buna riayet edersek yeniden zamanın şuuruna ereceğiz. Tepeden inme olmaz; ama belki de zamana riayet etmeyenlere ceza verecek bir mahkeme bile kurulabilir. Kim bilir, bir gün belki gerçekten birilerinin canına tak eder de bugün bizim buraya yazdıklarımız gerçek olur.
Madem Tanpınar’la başladık Tanpınar’la bitirelim: “Zaten saatle insanı birbirinden pek ayırmazdı. Sık sık, “Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti…” derdi. Bu fikri çok defa şöyle tamamlardı: “İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır. Nasıl ki Allah insanı bırakırsa her şey mahvolur!” Saat hakkındaki düşünceleri bazen daha derinleşirdi: “Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki zaman ve mekân insanla mevcuttur!”