- Nerede olduğunu bilmediğin bir buluşmaya nasıl gideceksin ki Bab’Aziz?
- Yürümek kâfi, sadece yürümek küçük meleğim.
Davet edilenler yolu bulacaktır.Fıtrat, iki elimin pas tutmayan akı, boyanan yüzümün, kir tutmuş derimin altında yatan o derin hakikat.
Küçüktüm, henüz oturduğum koltuktan sarkan ayaklarım yere değmiyordu. Annemin elinden sıkı sıkı tutmuş, denizine sanki beşer eli değmemiş o sahile gittiğimiz güzel bir bahar ikindisiydi. Her dalgada beni keyiflendiren suyun, o gün bana bir şeyler anlatır gibi bir hali vardı. Babetlerimi çıkarmış ayaklarımın altını gıdıklayan kumda daireler çizdiğimi hatırlıyorum. Sonra denizin karşısına güzelce oturup elime güneşin ısıttığı kumlardan bir avuç almış, şekil vermeye çalışıyordum. Bir süre orada çabaladım. Fakat yapısı öyle garipti ki, şekillendirmeye çalıştığım kum her defasında eski halini alıyor, bir türlü dönüştürmek istediğim şekle yanaşmıyor, ellerimde ufalanıp tekrar yere dağılıyordu. Bir ara kumu iyice ıslatıp devam ettim ama nafileydi. Kum verdiğim şekle direnmekte ısrarcıydı. Sonra pes ederek arkamda oturmuş beni izleyen anneme döndüm. Omuzlarımı kaldırıp ‘yapamıyorum’ der gibi baktım. Annem yanıma gelip az önce ıslattığım kumları eline aldı. “Bunlar kum kızım, değil mi?” dedi. “Sen onu bu suyla çamura dönüştürsen de onu olduğunun dışına çıkaramazsın ki, onun dönüşü yine kendine, benliğine, ilk haline olur” dedi ve gülümsedi: “Kum işte yahu.”
Kuran-ı Kerimde ayırmak, yarmak anlamında gelen “fatr” kökünden türemiş olan “fıtrat” kelimesi, “ilk yaratılış” anlamına gelmektedir ve sadece Rum Suresi’nin otuzuncu ayetinde kullanılmıştır: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yarattı ise ona çevir. Allah’ın yaratılışında değişme yoktur.”
Aslında fıtrattan söz etmek, varoluşumuzun anlam ve amacından söz etmektir. Çünkü bu iki kelime yaratılışımızın ilk yasasıdır. Yaşadığımız dinin asıl tasavvuru da insanda devinen bir vicdan inşa edip, yaratılış anlamını, bahsettiğimiz yaratılış amacını yeryüzünde gerçekleştirmesini sağlamaktır. İnsanın bu gayeyi yeryüzünde gerçekleştirebilmesiyse, önce kendine yönelmesi, kendini gerçekleştirebilmesi, kendi içine yürümesiyle vuku bulacaktır. Mesela bunu bir toprak olarak düşünebiliriz. Toprak, üzerinde çeşitli mahsullerin yetişmesini istiyorsa, önce kendi verimliliğini gözetmelidir. Bahis konusu verimliliğin sürdürülebilmesi içinde bazı toksik materyallerden torakların korunması gerekir. İşte insanın içinde bulunduğu maddeci uygarlık, toprağa zarar veren bu maddelere benzer. İnsan kendini muhafaza eder, çağın ‘toksiklerine’ karşı dimdik ayakta durursa gayesinin en kuvvetli adımını burada, işte tam bu noktada atmış olacaktır.
İçinde bulunduğumuz dünya yüzyıllardır büyük bir tahribatla pençe pençeye bırakılmış, ilk olarak bireye, sonra topluma dayatılan kirli boyalarla yüzüstü kalakalmıştır. Yaşadığı hayatın manasına yabancılaştırılan insanın önce elleri, sonra da o ellerle dokunduğu dünya kararmıştır. Çocukken ekilen tohumun çok daha kalıcı olduğunu bilenler, bugün internet üzerinden yapılan çeşitli yayın organları aracılığıyla, eşcinsel bir çifti bile animasyonlara ve çizgi filmlerine yerleştirip küçüklerin zihinlerine süslü bir tepsiyle sunmaktadırlar. Çocuklarla başlayıp biz gençler üzerinde de tahakküm kurmak isteyenler, yine aynı yayın organlarıyla, sosyal medyayla, dizilerle, bizi içinde bulunduğumuz dinin değerlerine yabancılaştırarak her türlü ahlaksızlığı meşru gösterme çabasındadırlar. Yazmaktan bile hicap duyulan, her gün televizyonlarda yayınlanan dizilerde gerçekleşen olaylar, aile olgusunun fıtratını dahi kendine hedef belirlemiştir. Bugün toplum yapısını ifsat etmeyi kendine düstur edinenlere en güzel cevapsa, bilinçli ve entelektüel Müslüman sayısını artırarak bu bilinci etrafındakilere aşılamasını sağlamaktır. Günden güne köpürüp üzerimize çığ gibi gelen bu bozulmaya karşı dik durup bilinç kazanmanın yolu: Kuran-ı Kerim’in ipine sıkı sıkı sarılıp onu hayatımıza nakşetmektir. Çünkü vahiy, fıtrata bir çağrıdır. Bu çağrıyla bilinçlenmekte aslında meselenin özüdür. Bizi özelden genele tahribe uğratma gayesinde olan bu düzene aynı hamleyle karşılık vererek bireyle başlayıp toplumla biten bir iyileşme süreci yakalamalıyız. Velhasıl kelam: Önce âdeme nizam, sonra âleme nizam.
İnsan direncin, hayat dinamizmin adıdır. Ve işte içinde bulunduğu materyalist uygarlığa karşı insan, kumun; benim daha çok küçükken ellerimle bir ikindi vakti tepelediğim o sıcak kumun direncini özümsemelidir. Durup çağa dinelmeli; eve, şarkıya, kalbine dönmelidir. Kendine doğru aralanan aslına icabet edip, fıtratını daveti bilmelidir. Dünyaya bizi göndererek insanın aslına bir davet çağrısında bulunan Allah’a hamdolsun. Bab’Aziz’in dediği gibi: “Yürümek kâfi, davet edilenler yolu bulacaktır.”