Dünya, biraz vuslat çokça vuslata duyulan hasret ile kaplı bir gezegen. Kitaplar da insanlar kadar vuslatı bekler. Sahibi peşine düşüp geri alırsa onu, şükür dolar yaprakları. Günler geçer de ses seda çıkmazsa sahibinden, kaderine yazılan vefasızlık ile tanışır. İşte o an yapraklarındaki tüm mürekkep akıp gitse yeridir.
Kader anlatılması ve anlaşılması en zor konulardan birisi hiç şüphesiz. “Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı. Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı.” Üstad Necip Fazıl Kısakürek böylesi güzel anlatmış kaderin anlatılması ve anlaşılması zor yanını. Kader konusunun derinliklerinde yüzmeyi işin ehline bırakıp iman etmenin huzuruna talip olanlardanım. Bir de insanların alınlarına yazılan kaderlerinin ötesinde, kitapların da kaderinin olduğuna inananlardan. Bazı zamanlar kitaplığımın karşısına geçip, birbirlerine sırtlarını dayamış sessizce bekleyen kitapların, büyük bir vakar örneği ile kaderlerine nasılda teslim olduklarını düşünürüm.
Ahbaplarım henüz okumadığım bir kitabı okuyup okumadığımı sorduklarında eğer kitabı tanıyor fakat okumadıysam verdiğim cevap; “henüz kader onun yüzüne gülmedi” olur. Fakat kitap ile ilk kez tanışıyorsam kader çizgilerimizin kesişmesinin verdiği heyecan ile kitabı araştırmaya koyulurum. Bir kitabı bitirip, yeni bir kitap seçmek için kitaplığın karşısına geçtiğimde her birinin sessiz bir çığlık ile “beni seç” haykırışlarını duyar gibi olurum. Okunmak için seçilen bir kitabın, evliliğe ilk adımını atan gencecik bir kız ile aynı hisleri paylaştığını tahayyül ederim.
Bazı kitaplar kader mahkumudur. Yıllarca kitaplıkta bekledikten sonra umutları suya düşmüş ve kader onların yüzüne gülmemiştir. Ya sobada ateşin tütmesi için kullanılmış ya da bir çöp konteynerinde geri dönüştürülmeyi bekler olmuştur. Bazı kitapların bahtı açıktır. Kader onların yüzüne defaatle güler. Tekrar tekrar, bıkmadan usanmadan açılıp okunurlar. Kimi kitapların kaderinde gurbet vardır. Başka ellere ödünç verilirler. Küsmezler, darılmazlar. Bu halleriyle bile insanoğluna ders verirler. İlimlerini, bildiklerini, iç dünyalarında sakladıkları değerleri yeni mekanlarda, yeni insanlara onlar talep ettiği sürece aktarırlar. Fakat vefakardırlar. Özlerler maziyi. Tükenmez bir izdir, ilk sayfalarına yazılan isim, atılan imza, tutulan not. Belki yırtılır ama silinmez bir iz.
Dünya, biraz vuslat çokça vuslata duyulan hasret ile kaplı bir gezegen. Kitaplar da insanlar kadar vuslatı bekler. Sahibi peşine düşüp geri alırsa onu, şükür dolar yaprakları. Günler geçer de ses seda çıkmazsa sahibinden, kaderine yazılan vefasızlık ile tanışır. İşte o an yapraklarındaki tüm mürekkep akıp gitse yeridir.
İçerikleri taban tabana zıt olsa da bir rafı paylaşmaktan gocunmaz kitaplar. Sayfalarında zaman denen mefhumu sakladıkça sararan, iki kapak arasında insanlığın tarihini muhafaza eden bir kitap ile modern matbaalardan yeni çıkmış, renkli, süslü, resimli kitaplar aynı kitaplıkta kader birliği yapar.
Yıllar geçtikçe sayfaları tozlanır, ciltleri eskir, yaprakları sararır ama iç dünyası yaşlanmaz. Değeri zaman ile eksilmez. Sayfaları kalem ile buluşup kelimelerinin altı çizildikçe sahibiyle kurduğu bağ kuvvetlenir. Yeter ki kadirşinas bir el ile ünsiyet kurabilsin.
Kitabın ruhundan anlamayan, hemen hemen hiçbir kitap ile gönül bağı kuramamış olan, okumayı ekmek gibi, su gibi, hava gibi bir ihtiyaç olarak görmeyenlerin kendilerince şaşırtıcı büyüklükte olan bir kitaplığın karşısına geçip, o kitaplığa meftun kitapsevere sordukları rahatsız edici bir soru vardır;
“Bunların hepsini okudun mu?”
El cevap;
“Kitapların da bir kaderi vardır…” Bilmem anlatabildim mi?