
Böyle bir sıkışmışlık ortamında Türkçenin bilim dili olarak gelişimi nasıl sağlanacak? Türkçeyi ne kadar çok sevdiğimizi her ortamda, hatta akademik makalelerimizde bile dile getirerek mi? Dünyaya gözümüzü kapatıp yalnızca Türkçeye çalışarak mı? Yoksa hem Türkçede ısrar ederek hem de bütün dünyayı tarayarak mı? Pergel metaforunda olduğu gibi…
Yabancı dille eğitim meselesi Türkiye’nin yaklaşık iki yüz yıllık maarif meselesidir. Kimileri bunun Türk eğitim sistemi için bir ihanet olduğunu iddia ederken, kimileri bunu dünyayı takip etmenin kaçınılmaz bir yolu olarak görmektedir. Burada “yabancı dil eğitimi” ve “yabancı dille eğitim” tabirleri arasında bir ayrım yapmak gerekiyor sanırım. Bu yazıda üzerinde duracağımız husus Türk çocuklarının öğrenecekleri bir konuyu Türkçe değil, yabancı bir dilde öğrenmesidir. Bu yabancı dil de yaklaşık bir yüzyıldır, çoğu kişi için İngilizce olmaktadır.
Doğrusu bu yalnızca Türkiye’nin problemi değil. Özellikle globalleşme dediğimiz dünyanın küçük bir köy hâline gelme süreci ile başlayan ve bütün dünyada tartışılan bir husustur. Meselenin özünde dünyada birtakım güç merkezlerinin oluşmaya başlaması ve çevredeki ülkelerin bu güç merkezlerine doğru kayması vardır. Bu noktada yabancı dille eğitim ya da Türk dili ile eğitim meselesini, kuru kuruya Türkçe sevgisi ya da sevgisizliği ile açıklamaya çalışmak hem hiçbir yaraya merhem olmamakta hem de konuyu hissi boyuttan ileriye taşıyamamaktadır.
Dünyada her zaman manevi, politik, ekonomik ya da ilmi hayata yön veren kavimlerin konuştukları diller diğer kavimler tarafından öğrenilmiştir. Arapça ve Latince bir zamanların din ve politika dili olarak birçok insan tarafından öğrenilmiş ve hatta eğitimde kullanılmıştır. Arapça bugün de bütün Müslümanlar için önemlidir. Fransızca bir dönem Türkiye’de eğitimde önemli bir yer işgal etmiştir. Bugün hâlâ Fransızcayı eğitimde ve günlük hayatta kullanan eski Fransız sömürgesi Afrika ülkeleri vardır. İlginçtir ki bu ülkeler bağımsızlıklarının ardından ortak bir dil arayışı içerisinde iken kendi kabile dillerinden birini benimsemek yerine yine en “tarafsız” ve “pratik” göründüğü için Fransızcayı seçmişlerdir. Bugün ise Türkiye’de ve dünyada İngilizce ortak dil (lingua franca) olarak işlev görmektedir. Ana sınıfından başlayarak veliler çocuklarının İngilizce öğrenmesini istemekte, üniversiteler İngilizce bölümler açmaktadır.
Bütün bu süreçler tek bir kalemde değerlendirilemeyecek kadar kompleks süreçlerdir. Ancak temelde iki türlü bir akış söz konusudur. İngilizce bugün prestijin, sınıf atlamanın, ekonomik statüyü yükseltmenin bir yolu olduğu için bütün dünyada aşağıdan yukarıya bir talep söz konusudur. Herkes kendi çocuğunun bu dilde eğitim almasını istemektedir. Ancak bunun yanında yukarıdan aşağıya uygulanan bir politika da söz konusudur. Çoğu kimse işin bu boyutunun farkında bile değil. Ekonomide finansal hareketlerin takip edilebileceği kanalların çoğu Anglofon’dur. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar üye ülkelere eğitim sistemlerinde İngilizceyi kullanmaları için baskı yapmaktadır. Buna ek olarak, üretilen teknolojik bilginin merkezi Amerika olduğu için İngilizce otomatik olarak bu bilgiyi takip etmenin en kısa yolu olarak görülmektedir. Bu yönüyle globalleşmenin bir tür emperyalizm olduğunu unutmamak gerekir. Sisteme isyan edemeyeceğiniz bir tür emperyalizm...
Akademiden örnek vermek gerekirse, ürettiğiniz bilginin dünya sathında duyulmasını istiyorsanız mutlaka İngilizce de yazmak zorundasınız. Yalnızca Türkçe yazdığınız bir makale ne kadar iyi olsa da yalnızca Türkçe okurlarına hitap etmektedir. Bugün dünyada her alanda yayın yapan akademik dergiler en azından İngilizce bir özet koymanızı isterler. Bu dergilerin uluslararası geçerliliklerini artırabilmeleri için yavaş yavaş İngilizce de yayın yapmaları lazım gelir. Neresinden bakarsanız bakın, bütün yollar İngilizceye çıkar.
Böyle bir sıkışmışlık ortamında Türkçenin bilim dili olarak gelişimi nasıl sağlanacak? Türkçeyi ne kadar çok sevdiğimizi her ortamda, hatta akademik makalelerimizde bile dile getirerek mi? Dünyaya gözümüzü kapatıp yalnızca Türkçeye çalışarak mı? Yoksa hem Türkçede ısrar ederek hem de bütün dünyayı tarayarak mı? Pergel metaforunda olduğu gibi… Bir sonraki yazımızda buna kafa yoralım!