Tarih en kısa ve özet tanımıyla “geçmişin bilgisi”dir. İçerisinde insana ait her şeyi barındırır. Ferden bir insanın hayatında nasıl kırılma noktaları varsa; ferdin mensubu olduğu milletin veya milletüstü olarak tanımlanan insanlığın da çeşitli kırılma noktaları vardır. Bu kırılma noktaları fertler, toplumlar, milletler ve nihayetinde –eğer gücü ve kapasitesi yeterse- bütün insanlık üzerinde dolaylı ya da doğrudan etkiye sahip olabilirler. Mesela bozkırda yaşayan Türkler, Kurultay adı verilen bir danışma meclisi toplamayı adet edinmişler hatta bu meclisin kararları hükümdarın kararlarından dahi zaman zaman üstün sayılmıştır. Budizm’e yeşil ışık yakan bir Türk hükümdarının meclistekilerin ve bilhassa vezirin telkin ve ikazları neticesinde bu fikri, Kurultay eliyle reddedilmiştir. Kudüs ve civarının kendileri için kutsal olduğunu iddia eden Haçlılar bölgeye akınlar düzenlemiş, istilalar yapmışlardır.
Tarih Propaganda Aracı mıdır?
Zikrettiğimiz kırılma noktaları ve benzerleri ortaya pek çok yenilik getirirken “ideolog”lar tarafından; çeşitli ideolojilerin arka planı olarak ‘yeniden’ icat edilmiş ve bu icat sırasında tarihin olur olmaz her yorumuna sarılınmıştır. Bunu yaparken müspet olarak kabul edilen bir veya birkaç örnek, şekil verilmek istenen ideoloji için yeterli görülmüştür. Mesela bozkır dönemindeki istişari seviyeyi gözler önüne sermek için verilen örnek için şunu söyleyebiliriz: Türk hükümdarının Kurultay’a sık sık başvurduğu doğru olmakla beraber her zaman Kurultay’ın sözü her zaman geçerlidir, demek hakikate muhalefet olacaktır. Atalarının Kudüs’ü katliamlarla ele geçirdiğini öğrenen bir ‘Haçlı neferinin’ Kudüs üzerinde yeniden hak iddia etmesi elbette ki makul ve vicdani değildir. Tarih geçmişin bilgisidir lakin asla politik süreçlerin, siyasi çıkar ve hedeflerin bir propaganda aleti olarak görülmemelidir. Eğer böyle olursa tarih, ona her bakana yorum açısından propaganda imkanı veren bir alana hapsedilecektir.