
İnsan mesafedir demiştin sen. Lakin sanırım bu insanlar mesafeyi yanlış anlamışlar. Belki de onlara insan samimi bir mesafedir demeli.
Sevgili Süleyman Abi,
Sana uzaklardan yazıyorum. Aramızda koca bir okyanus var. İki yıldır Amerika’dayım. Ülkenden dışarı çıktığında yeniden hayata başlamış gibi hissediyorsun. Yeniden hayata başlamak ise her zaman rahatsız edicidir. Hep uyanık olmak ve uyanık kalmak zorundasın. Lakin bu rahatsızlığın olumlu yanları da var. İki yılda burada çok güzel tecrübeler edindim. Uzun zamandır sana yazmayı da düşünüyordum. Hep aklıma senin “Mutlaka yaşadıklarını yaz!” demen geliyordu. Bir türlü vakit bulup da oturamıyordum. Daha doğrusu hayatı yaşamak daha baskın geliyordu. Bilirsin, kimilerine göre hayatı yaşayabiliyorsan yazmazsın. Yazıyorsan hayatı yaşayamıyorsun, hayatı izliyorsundur. Başka bir tabirle ne zaman yazmak istesem, henüz içinde bulunduğum yeri anlayamadığımı ve daha yaşayacak çok şeyim olduğunu hissediyordum. Şimdi bu satırları sana yazıyorsam demek ki artık bazı şeyler tekrar etmeye başlamış ve ben köşeme çekilip olanlara ibretle bakan bir insan olmaya doğru gidiyorum.
Burası Türkiye’ye ne kadar yabancı ise bir o kadar da tanıdık. Geçen gün ortak bir dostumuz bir Whatsapp grubunda bana takılmak için “Amerikan kültürü ile beslene beslene…” diye bir espri yapmıştı, hatırlarsın. Ben de Çorum’da ikâmet eden o dostumuza “Amerikan kültürünün Çorum’da var olmadığını iddia edebilir misin?” demiştim. Film endüstrisi ile yazık ki bu kültürün girmediği ev mi kaldı? Bir açıdan aslında çok iyi tanıyoruz buraları. Burada üretileni tüketiyoruz.
Son konuştuğumuzda, nasılsın keyfin yerinde mi diye sormuştun. Burada en çok aradığım sanırım bizim topraklarımıza has olan samimiyet. Şunu anladım ki biz gerçekten çok kolay seven ve çok kolay kızan bir milletiz. Kalpten kalbe köprüler kurmak istiyoruz. Kuramazsak bunalıyoruz. Lakin burada bunu bulmak çok zor. Baksan, gülümsemeyi seviyor insanlar. Çokça da gülümsüyorlar. Tabii kalpleri bilemeyiz. Bazıları gerçekten de samimi. Ancak birçoğunda o samimiyeti bulamıyorsun. Sana gülümseyen bir insandan devamında samimiyet gelmesini beklersin. Burada öyle değil, gülümsemeden öteye gitmiyor ilişkiler. Hatta öyle olmuş ki İngilizce’de bu meşhur bir tabir hâlini almış. Sahte Amerikan gülümsemesi anlamında “fake American smile” diyorlar.
İnsan mesafedir demiştin sen. Lakin sanırım bu insanlar mesafeyi yanlış anlamışlar. Belki de onlara insan samimi bir mesafedir demeli. Mesafe muhatabına güvensizlik değil güven vermeli öyle değil mi? Hatta benim anladığım kadarıyla mesafe tam da sevginin ve güvenin korunması için gerekli.
Burada dikkatimi çeken bir başka husus da her şeyin bir bilgisayar detaycılığı ile işliyor olması. Toplantılar, buluşmalar, dersler, kahve içmeler, hatta sevmeler dahi bir saat ritminde ilerliyor. Doğrusu bu bazen hoşuma gitmiyor değil. Hayatın ritimle akıyor olması başarıyı da beraberinde getiriyor. Hatta daha geçen ay bunun üzerine bir yazı kaleme almıştım. Lakin bu noktada da adını koyamadığım bir şeyler var. Bu kadar ritim de fazla mı acaba diyorum. Bilmem sen ne dersin? Şimdi seninle Üsküdar’da bir çay içseydik, mutlaka bunun üzerine ne manalar yakalardık. Eğer yazmak istersen bana yaz. Ne dersin, hayatın manasını bulmak için bir saat disiplini içerisinde ritimle mi yürümeli yoksa bir kelebek gibi düzensiz ama aşk ile mi uçmalı?
Mektubumu sonlandırırken Çengelköy’de yaptığımız sahuru, Çamlıca Camii’nde kıldığımız sabah namazını, Üstad Kadir Mısıroğlu’nun cenazesinde tuttuğumuz safı, Valide Sultan Camii’nde Hafız Binali Murtazaoğlu’nun arkasında kıldığımız teravih namazlarını, Genç Dergisi’nde yaptığımız sohbetleri, Sultanbeyli’de ziyaret ettiğimiz Suriyeli ailemizi çok özlediğimi belirtmeliyim. Orada ne yok dersen, bunlar yok.
Kardeşin Selim.