Merve Güleç
“İnsan sürekli okunan bir cümledir.” der ve insana önem verirdi. “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden.” derdi. Kalbin önemini her daim vurgulardı: “İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. Ne emek, ne ekmek, önce kalbimiz bozuluyor…” derdi.
Türk edebiyatında “Yedi Güzel Adam” olarak anılan 7 güzelin biri, kendine has klas duruşu ve söylemleriyle, devrimci kişiliği, nâzenin ve hüzünlü gönlüyle ve Kudüs’e olan sevdası nedeniyle “Kudüs Şairi” olarak anılan, üstad Nuri Pakdil 18 Ekim 2019’da dâr-ı bekâya irtihal eyledi. Bir Fatiha vesilesi ile “Dilimin döndüğü kadar sustum.” diyen usta şairi gönlümüze düşen akisleri ile kısaca anmak, anlamak ve anlatmaktır niyetimiz.
Üstadın kendine özgü selamlamasıyla yazıya girizgâh yapmak en uygunu galiba: “Sevgili arkadaşlar, hepinizi; anti emperyalist, anti kapitalist, anti sosyalist, anti nazist, en önemlisi de; Türkiye’ye özel ve ait olmak üzere anti firavunist bilinçle selamlıyorum.”
Şair kendini şöyle anlatır: “Benim devrimciliğimin temelini, İslâm dinine olan sarsılmaz bağlılığım oluşturur. İslam dini kıyamete kadar sürecek sürekli devrim anlayışını öngörür.” Devrimci kişiliğini ve hayata bakış açısını “Yalnız Ardıç” şiiri ile ne güzel dile getirmiştir:
Yüzyıldır burada tek başına zamana ve olaylara şahitlik eder.
Asla suçlamaz, yargılamaz, savunmaz.
Ama gölgesini de kimseden ve hiçbir şeyden esirgemez.
Bütün devinimi kendi içindedir.
Burada böyle tek başına ve dimdik durur.
Eşhedü der.
Ben Şahidim.
Yargıç değilim, savcı değilim, avukat değilim.
İşte bu gerçek bir duruştur.
Devrimci duruşu, Müslüman duruşu, İnsan duruşu!…
Ben de gerçek bir devrimci görmek istedim.
Bu yalnız ardıca geldim.
Bunun böyle tek başına ve dimdik duruşu çok etkiledi beni.
Ben gerçek bir devrimci nasıl olur ondan öğrendim.
Onun gibi eşhedü demeyi öğrendim.
Eşhedü.
Ben şahidim.
Herkes duysun:
Yargıç değilim yargılamam,
Avukat değilim savunmam,
Savcı değilim suçlamam.
Herkes ve her şey duysun.
Kendime şahidim, zamana şahidim, sonsuzluğa şahidim.
Ve herkes ve her şey de şahit olsun ki, bu devrimci duruşumla bütün evreni selamlıyorum.
Ve tıpkı bu yalnız ardıç gibi tek başıma dimdik herkesi ve her şeyi kucaklıyorum.
“Hüzün hissedilmesi kolay olmayan, çok narin, ince bir sestir.” sözüyle ahir ömründe her daim hüzünlü bir gönlü taşıdığını söylerdi üstad… “Hiç alışamadım gülmeye, hüzün vicdanıma daha uygun.” derken, yüreğinde taşıdığı sorumluluk da ona: “Acının her şeye egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz; en çok insan öldürülen bir çağ çünkü bu. Gülüşümüz bile acıdır bizim.” dedirtmiştir. Bizlere de şöyle seslenirdi: “Sorumlusunuz, bütün yaptıklarınızdan, olanlardan, ülkenizde ve ülkenizde olmayan yerlerde, ilginiz ve bilginiz oranında…”
Kudüs’e âşıktı… Öyle ki “İmanımdan vazgeçmedikçe Kudüs’ten vazgeçmem!” diyecek kadar sevdalıydı… Kudüs için atıyordu kalbi üstadın… “Yüreğimin yarısı Mekke’dir geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.” Dizeleriyle Kudüs için duyduğu yürek sızısını dile getirmiştir. “Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul sevilmeden hayatın yani var oluşumuzun hikmeti kavranılamaz. Çünkü bizim eylemimizin evrenselliği Kudüs’ten başlamaktadır. Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez.” demişti Kudüs yürekli şair…
Kudüs’e her daim borçlu hissetti kendini… “Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmak, özgürlüğüne kavuşturmaktır.” derdi. Herkesin aynı derdi taşımasını dilerdi. Yeri gelir “Yürü kardeşim ayağına Kudüs gücü gelsin.” diye haykırır, yeri gelir hanımlara “Gel anne ol! Çünkü anne, bir çocuktan bir Kudüs yapar.” diye seslenirdi.
Kudüs’ün özgürlüğü için Müslümanlara “Muhtaç olduğun şey soylu bir öfkedir!” diye nida ederken, Müslümanların batıya olan sempatisine karşı şöyle serzenişte bulunurdu: “Boynumuz ağrıdı batıya bakıp durmaktan. Üstelik batının mil çektiği gözlerle bakıyoruz batıya…”
Her şeyin kıymetini bilirdi… İnsanın, hayvanatın, nebatatın ve eşyanın… Severdi, çok severdi… “Sevdiklerinizi yürekten sımsıkı tutun, yarınlar geç olmakla meşhurdur.” derdi. O meşhur sözünü tekrar hatırlayalım: “Ben bir şeyi hiç mi hiç az sevemedim, hele orta hiç sevemedim, hep çok sevdim. Arkadaşlarımı da çok severim. Yeryüzüne biterim. Eve portakal aldığımda kasayla alırım, dayanamayanlar çürür.”
“İnsan sürekli okunan bir cümledir.” der ve insana önem verirdi. “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden.” derdi. Kalbin önemini her daim vurgulardı: “İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. Ne emek, ne ekmek, önce kalbimiz bozuluyor…” derdi.
Gençliğe fazlasıyla değer verir, her daim öğütleri ile yol gösterirdi: “Her inanmış genç önce kendi ruhunu arıtmaya çalışmalı, sonra bilgiyle donanmalı ve sürekli şuurunu uyanık tutmaya çalışarak İslam toplumunun dirilişine kendini adamalıdır. Şöhret yerine hizmeti, haset yerine takdiri, hadbilmezlik yerine hakkı teslimi, boş öğünme yerine alçakgönüllülüğü yerleştire yerleştire ruhunu arıtmalı, durmaksızın arıtmalı, ölünceye kadar arıtmalı…”
Susmanın ve sükût etmenin önemini anlatırdı: “Çoğu zaman, susmak, konuşmaktan daha kıymetlidir, hayırlıdır. Söz bitebilir, fakat sükût hiç bitmez. Çünkü o, dünyanın en uzun cümlesidir.”
Okumaya ve yazmaya büyük önem verirdi. “Kuşkusuz en etkili ve kusursuz silah kelimedir. Okumadığın gün karanlıktasın” der ve eklerdi: “Kitap okumadan meydan okuyamazsınız.”
Üstad Nuri Pakdil’in edebiyata büyük katkıları olmuştur. “Sabır üssü” olarak tanımladığı Edebiyat Dergisi ile Ortadoğu’daki edebiyat ve İslamcı düşüncenin gelişiminden okurlarını haberdar eden şair, derginin kapanışını, kaderini tarihe: “31 Aralık 1984. Yarın 1 Ocak, Edebiyat olmayacak” sözleri ile not düşmüştür. “Kalem, benim kale’m!” diyen üstad, 1984 yılına kadar “Anneler ve Kudüsler”, “Klas Duruş”, “Sükût Suretinde” kitaplarının da aralarında bulunduğu 18 kitap kaleme almıştır.
Üstada Cenab-ı Hakk’tan rahmet dilerken dilinden düşürmediği sloganı gür bir sesle haykıralım:
“Bizim tek ulu önderimiz vardır, o da Hazret-i Muhammed’dir!
Ne mutlu Müslümanım diyene!”