Elif Kırmaç
İstanbul’un bir “sahibi” yok; sahiplik iddiasında bulunanların bu iddialarını sürdürecekleri bir zemin yok. İşte bu yüzden İstanbul’u yönetmeye talip olanlar bu şehre neyin yakışıp neyin yakışmayacağına yalnızca kendi pencerelerinden bakarak karar veremezler.
Birkaç gönlü güzel insan buralara gelmese burayı hatırlamasa kaderlerine terk edilmiş olacaklar. Savaşın kendisi dışında hiçbir şey belli değil, ölümler devam ediyor. İnsan bu belirsizlikte aklını kaybetmemek için ne yapar? Üstelik çocuksa?
Human Movie Team sosyal medya ekibi olarak geçen sene ilki yapılan hem saçlara hem kalplere örgü projemiz, videolarını yaptığımız coğrafyaları daha iyi anlamamızı sağladı. 2500 kız çocuğunun 3 gün boyunca saçlarını örüp, bitince oyunlar oynayıp, evlerine hediyeleriyle göndermek güzel bir nasip. Çocukların yanına okullarına gittiğimizde bizi kavurucu bir sıcak karşıladı. Eğlenceli konuşmalar ve heyecanlı bekleyişler... Hem Türkiye’den hem de Suriye’den kuaför ablalar kendi çocuklarından farksız bir incelik ve merhametle ördüler saçları. Kızların saçlarına tarak girmeyince acaba annesiz mi büyüyor diye düşünüyorduk.
Renk renk getirdiğimiz tokaları görünce hayran kalıyorlardı. Kızlar bir tokayı sandalyeye oturduğu an gözlerine kestirip ardından “İstediğin tokayı seçebilirsin’’ denince önce çekinip sonra birini seçiyor başı önünde eğik “Şunu alabilir miyim?” diye soruyorlardı. Bir toka ile tebessümlerini görebiliyorduk. İnsanı yardım gönüllüsü olarak savaş, işgalin olduğu bölgeye gitmekle elinde fotoğraf makinesi etkinliği fotoğraflamak arasında farklı bir duygu tecrübesi var. Biz Human Movie Team olarak iki hisle yola çıktık. Hem saçlara Hem kalplere örgü diyerek çocuklara etkinlik malzemesi olarak bakmayarak iki yıldır bölgede saç örgüsüyle tel örgülerden geçerek gönül köprüleri kurmaya çalışıyoruz.
Çocukların saçlarını örmek için servisle okullara yol alırken kampların yanından geçiyoruz. Suriye günlük hayatına şahit oluyoruz. Suriye toprakları çorak, yıkıma uğramış, çadırlar yamalarla dolu. İnsanlara yabancı ve tanıdık geliyoruz. Yazın kavurucu sıcak, kışın çadırı delen soğukta halkın geçimini sağlayabilmesi çok zor. Halk genellikle ticaret ile geçimini sağlıyor gibi görünüyor dükkanlara bakınca. Ancak işlerin kesat olduğu belli. Bunları düşünürken sallana sallana okula varıyoruz. Çocuklardan biri bizi acaba geçen seneden tanır mı diye merak ediyoruz.
Okulda heyecanla karışık bekleyişte sıra sıra dizilmişler, arka fonda çalan Arapça çocuk şarkıları. Ekibimizi gören çocuklar selam verip tokalaşmak, sarılmak için yarışıyorlardı. Nihayet ekipmanı kurup saçları örülmeye başlanınca merakla aynaya dönüyorlardı. Birini diğerinden daha güzel diye düşünmeden hepsinin fotoğraflarını çekiyorduk. Sonra aynada saçlarını ilk defa görürken onlarla heyecanlarını paylaşıyorduk. Geçen seneki kızları fotoğraflarla bulup onlara gösterip soruyorduk “Bizi hatırladınız mı?”
Dünyada onları görmeye gelen insanlar medya malzemesi olarak bakınca haliyle ürküyorduk çocukları çekerken. Poz vermelerini istemiyorduk çünkü birkaç abla geldi saçlarımızı ördü, fotoğraf çekip gitti diye düşünsünler istemiyorduk. Sohbet edip acılarını da yüzlerindeki ifadeyi de kayıt alıyorduk. İzin alıp sonra deklanşöre basıyorduk. Fotoğrafları gösterince bir 5 saniye gülümsemeleri oluyordu o an gülümsemelerine şahit mi olmalıyım yoksa gülümsemeyi yakalamalı mıyım ikileminde kalıyordum.
Çocuklarla röportaj yaparken onları konuşturmakta çok zorlandık şu “İsmek?” (adın ne) ile başlayan iletişimimiz ne dediğini çok anlamıyorum ama yaşadıklarını biliyorum bakışına evriliyor. Onları üzen ne varsa öğrenmek isteyip, sormak, yardımcı olmak istiyoruz. Dilimizin ucuna kadar gelip geri kaçan soruları soracağımızı tahmin eder gibi cevaplamayıp muziplik ediyorlardı. 11 yaşındaki Aya’ya “Kampta neyi değiştirmek istiyorsun ne olursa burada mutlu olursun?” diye sorduğumda: Babam geri gelsin ve bizi evimize götürsün dedi. Hiçbir şey diyemedim. Kamerayı kapatıp sarıldık ekip arkadaşımız Merve ile Aya’ya.
1920x1080 FORMATINDA MUHASEBE
Krem rengi çadırlar ve üzerindeki çatı işlevli mavi örtü bütün kampın hakim rengiydi. Çocuklar geçen sene daha mutlulardı heyecanlılardı. Bu sene ellerimizi tutarken bile ürkektiler. Belki de yetim olmanın verdiği mahcubiyetti. Ağlamamak için zor tutuyorduk kendimizi. 3 gün boyunca oradan oraya fotoğraf, video çekiyorsunuz az ileride insanlar ölüyor belki de, çadırlarda insanlar mutsuz şekilde oturuyor, anneler babasızlığı telafi etmek zorunda büyük çocuklar ise birden ebeveyn oluyor. Haliyle umutsuzlar. Çocukların ufacık ilgiye ihtiyacı var her türlü tehlikeye de açıklar. Bu korkunç geliyor. Güvenli bölge adı verilen yerlerde kalem kadar büyüklükte mermi görüyorsun bunlar insan öldürüyor.
Birkaç gönlü güzel insan buralara gelmese burayı hatırlamasa kaderlerine terk edilmiş olacaklar. Savaşın kendisi dışında hiçbir şey belli değil, ölümler devam ediyor. İnsan bu belirsizlikte aklını kaybetmemek için ne yapar? Üstelik çocuksa?
7 yaşından küçük çocuklar gördüm mülteci kampında. Doğdular, aileleri onlar gelmeden önce cinsiyet partileri, baby shower yapmadı, 1 yaş etkinliği olmadı, mevlütler okunmadı. Her biri birbirinden güzel ve özelken bizim çocuklarımızdan onları ayıran dezavantaj nedir?
Kendi çocukluğumu düşünüyorum yokluğu ne derece yaşadım buraya kaç puan veririm? Çocukların saçlarına dokunurken ne zaman tarandığını, kimin taradığını, ailesini, hayallerini de öğrenebiliyorduk. Kimisi yüzündeki donukluğun aldığı hayretle izliyor etrafını. Saç örerken, fotoğraf çekerken oyunlar oynarken sanki bizler onlardan daha mutlu duruyoruz. Yüzlerinden savaşın okunmadığı çocuklar da oluyor mutlulukları tüm kampı aydınlatacak kadar. Etkinlik için koştururken aklımdan sürekli Suriyeli haberleri, twetler, nefret söylemleri ve çocukların yüzleri geçiyor. Bir görseler sadece 5 dk kamp içerisinde yürüseler böyle konuşmazlardı diyorum. Bulunduğumuz Şemmarin Kampı mutlu çocukların ülkesi gibi oradaki çocukların mutluluğu başka geliyor. Çocuklar sıkıca ellerimizi tutup bırakmıyorlar. Konuşmak istiyorlar. Kamp bölgesi hem her şeyin mümkün olduğu hem de hiçbir şeyin olağan akışında devam etmediği bir yer. Sevgiyi de nefreti görüyorlar, anlıyorlar. Tüm dünyanın onları konuştuğunu ve onları istemediklerini biliyorlar.
BİR SURİYE YENİDEN OLACAK MI?
Yetinmeyi, hayret etmeyi, sevinmeyi, belirsizliği sanki kamp içeresinde daha yoğun hissediyorsunuz. Savaş 9 yıldır devam ediyor. 9 yaşından küçüklerin fotoğraflarını çektim. Bir nesli hard diskimde kayıtlı tutup büyüdüklerinde onlara teslim etmeyi bekliyorum. 9 yaşından büyükleri biraz daha şanslı görüyoruz çünkü hatırladıkları bir Suriye var. Bir geçmişleri var. Kampta doğan dünyanın çevresini oradan ibaret bilen bir çocuğa geçmişi anlatabilir misin? Moloz yığınlarının arasından çıkmış, yaşamak için can hıraş terkedilen yerlerin bir zamanlar ülke ve şehir olduğunu nasıl anlatabilirsin? Mahmut Derviş’in ‘’Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var.’’ dizesi gibi. Bir Suriye vardı, bir Suriye yine olacak mı?
Savaş çocukların yüzlerindeki ifadeyi, ailelerini, geçmişlerini, kuracakları hayallerin sınırlarını çalmış. Kişisel gelişimciler buraya gelmeli sınırları aşmak, kendini gerçekleştirmek nedir çocukların yüzlerinde görebilirler. Az da olsa devamlı yapılan eylemler insanlar için hayat kurtarıcı bir etki yaratıyor. Psikolojik anlamda da bu böyle. Kamp şartlarını iyileştirmek için daha sık gitmeliyiz. Daha çok çocuğun saçlarını örmeliyiz, erkek çocuklarını da unutmamak gerek. Aynaya bakmayı unutmuş anneleri hatırımıza düşürmeliyiz. Evine ekmek götüremediği için çaresizliği gömlek gibi giyinmiş evlat kaybıyla hayatına devam eden babaların, annelerin yüzlerini güldürmeliyiz.
Babusselam Kampı çatısından bütün kampın manzarası görünüyor. Dünyanın farklı yerlerinde manzara seyretmişliğim ve fotoğrafı çekmişliğim oldu. Ama manzara önünde o evlerin ardında yaşayanları, hayallerini, hikayelerini çadırlar arasında kalmasın istiyorum. Gördüklerim, hissettiklerim bana dünyaya mülteci olarak gelenleri ardımda bırakıp unutmamamı söylüyor. “Allah yolunda kaybolan bir şey yoktur” diyen yönetmenimiz Tülay Gökçimen’den ilhamla ayaklarımdaki kamp tozunu ve elime aldığım kalem şeklindeki kurşunu unutmamalıyım. Gözlerini akşamları kampta kapayan çocukları anlatmalıyım ki bu da savaşa denk gelen gençliğimizin zekatı olsun.