
Dergimizin Editörü Süleyman Ragıp Yazıcılar ile Okur Dergisi Editörü Yusuf Temizcan, her ay bu sayfalarda sizlerle birlikte olacak, samimi, gerçekçi ve tatlı sohbetler edecek. Sıcak bir sohbet kıvamında, uzunca bir nehir söyleşi arzu ediyorlar. Biraz ferahlamak, biraz sıkıcı gündemlerin dışına çıkmak ve biraz da kafa dağıtmak isterseniz keyifli bir söyleşinin sizleri beklediğini söyleyebiliriz.
Bu sayımızın dosya konusu ile ilişkili bir şey sormak isterim. Zalim - mazlum meselesini tam olarak zihnimizde nasıl oturtmak lazım?
Kanaatime göre günümüz dünyasında insanlık net olarak ikiye ayrılmıştır: Zalimlerden yana olanlar, mazlumlardan yana olanlar. Diğer tüm farklılıklar, ayrılıklar “zalim ve mazlum” kutuplaşmasının yanında hafif kalıyor, ikinci dereceden önem taşıyor.
Hatırlayalım, henüz İslam güneşi dünyayı aydınlatmamış, Peygamber Efendimiz’in nübüvveti başlamamışken, Mekke’de Hülfü’l-Fudul (Erdemliler İttifakı) olarak bildiğimiz bir anlaşma yapıldı. Bir nevi zalimlere, kötülere, haksızlara karşı vicdanlı, insaflı insanların dayanışması söz konusuydu. Diğer yandan da mazlumun hakkını koruyacaklarına, gariplerin, kimsesizlerin uğrayacağı mağduriyetleri gidereceklerine dair birbirlerine söz vermişlerdi. Peygamber Efendimiz henüz gençti lakin temiz yüreği, pâk bakışı onu bu antlaşmanın içine katmıştı. Bütün kaynaklarda Peygamber Efendimizin peygamberliğinden sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, böyle bir ittifaka tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceğini söylediği yer almaktadır.
Hâsılı Yusuf, dünya İslam’a gebedir, İslam güneşi yürek yürek, diyar diyar, ülke ülke, kıta kıta gezmeye devam edecektir. Lakin tıpkı cahiliye devri karanlığı gibi, zulümler, kötülükler, barbarlıklar, katliamlar, haksızlıklar her yerde artmış vaziyettedir. İnsaflı, vicdanlı, merhametli ve anlayışlı insanlar yeryüzünün tüm zalimlerine karşı el ele vermek zorunda. Bunu başaramazsak felaketler daha da artacak, dünya çapında yakılan kötülük ateşlerinin kıvılcımları çok geçmeden hepimizin üzerine sıçrayacaktır.
Aynı şekilde, dünyanın tüm mazlumlarını, din, dil, ırk, renk, millet gözetmeden savunabilecek, tüm gariplerin, ezilenlerin, mağdur edilenlerin de yanında olabilme erdemi gösterebilecek berrak kalplere, cesur yüreklere, mert insanlara ihtiyaç çok. Bunları başarabildiğimiz zaman, temel insanlık seviyesinde kalmış oluruz. Bu insaflı, merhametli, vicdanlı zemin üzerine İslam güneşi doğduğu vakit -ki Allah vaadinden caymaz, nurunu tamamlayacaktır- dünya yeniden büyük inkılaplara gebedir, bundan şüphemiz olmasın.
Etrafımızdaki hem küçük zalimliklere, mazlumlara hem de dünyanın büyük zalimlerine karşı nasıl bir duruş, Müslüman duruşudur?
Müslüman ölçü ve ilke insanıdır. Hayatımızdaki tüm değerlerin, yaşantımıza yön veren bütün kıymetlerin bağlandıkları sonsuz kaynak Allah ve Resûlü’dür bizler için. Zalimlik ve mazlumluk hususunda da ilahi ölçüler, Nebevî ilkeler bellidir. Ne zalim olmayı dileriz ne de mazlum olmaya rıza gösteririz. Öyle ince, öyle muhteşem bir ahlakımız vardır ki, bir mecburiyetten dolayı zalim veya mazlum olma durumunda kalacağımız farzedilse dahi, mazlum olmamız tavsiye edilir bize, asla ama asla zalimlerden olmamıza izin verilmez.
Diğer yandan, kendi aleyhimize dahi olsa adaleti gözetmek, kimsenin hakkına girmemek, kimseye zulmetmemek boynumuzun borcudur. Bu hassas konuda Müslümanın duruşu yeryüzündeki en asil, en şerefli duruştur. Müslüman insan, hayatı boyunca, adeta altta kalanın canı çıkmasın diye uğraşır ve bulunduğu her yerde “düşenin dostu olma” peşindedir. Birileri “insan insanın kurdudur” diye dursun, biz inananlar, Allah ömür verdikçe gönüllerimizi daima tüm insanlığa açacağız, varlığı bir bütün olarak kucaklayıp herkesle yaratılışta eş olduğumuzu unutmadan yol alacağız. Müminlerin hayat bahşeden, faziletle dolu ahlakına şahit olanlar da, “insan insanın kurdu değil yurdudur” demekten kendilerini alamayacaklar.
Kriz anlarında süreci iyi yönetebildiğinizi düşünür müsünüz?
Krizden krize değişir durum. :) Genelde fevri hareket etmeyi, krizleri derinleştirmeyi sevmeyen bir yapım var, lakin hangi alanda olursa olsun, oluşan bir krizi fırsata çevirebilmek için temel düsturlarım ya da kalkanlarım bellidir:
1-) İyi niyetten ayrılmamak.
2-) Gayreti elden bırakmamak.
3-) Allah’a karşı hüsnü zannımızı korumak.
4-) Kimsenin kötülüğünü düşünmeden hareket etmek.
5-) Genel maslahatı özel faydaya/çıkara tercih etme erdemi göstermeye çabalamak.
Geçen ay sizinle İzmir’deydik. Katip Çelebi Üniversitesi’nde çok güzel arkadaşlarla ve hocalarla beraber unutulmaz anılar biriktirdik. Ben biliyorum, siz sıradan görünen her andan derin manalar çıkarma konusunda mahirsiniz :) İzmir izlenimleriniz nasıldı, birkaç madde ile özetleseniz.
• Yedi Hilal’in öncü hanımefendilerinin daveti üzerine gerçekleşti program. Katılımcıların da üçte ikisi hanımefendi idi. “Bir avuçtuk biz göklere sığmayan, bir avuçtuk biz cennete susayan” ezgisi geldi aklıma, üniversitelerdeki günümüz erkeklerinin durumunu güzel ifade ediyor. :) Latife bir yana, STK’ların üniversitelerde aktif olmasını, birbirinden güzel kültür, sanat, gönüllülük vs. faaliyetleriyle kampüslere canlılık, dinamizm ve hareket katmalarını canı gönülden arzu ederiz. Bunu da ancak “yük olan değil yük alan” meşrepteki öncü gençler başarabilir. Niyet edelim yük almaya, olmaz mı?
• “Bütçe olmadan, dernek olmadan, ekip olmadan olmaz bu işler. Sadece bir üniversite öğrencisi olarak geniş katılımlı bir etkinlik düzenleyemem ki!” şeklinde düşüncelere sahipseniz, İzmir’deki kardeşlerimize irtibata geçmenize vesile oluruz, nasıl yapıldığını anlatırlar. İnsan yeter ki istesin, neye kavuşmaz ki.. (Bu arada yakında GENÇ Üniversite Temsilcilerini Arıyor şeklinde duyurumuz olacak, “ben de varım” diyenler için şimdiden paylaşmış olalım.)
Bu arada, bizi bulundukları şehre konferans için çağıran arkadaşlara kesin kabul ya da ret cevabı veriyor muyuz abi? Gitmek için aradığınız kriterler neler? :)
Buluşmaların, organizelerin verimli olabilmesi için, elbette bazı kriterler söz konusu, lakin bunlar “kural” ya da “şart” manasında değil Yusuf, bir nevi verimliliği artırma adına genel düsturlar. Mesela en az 20 gün önceden haberleşmek, gerçekten bir buluşmaya ihtiyaç olup olmadığını iyi tespit etmek, konferansa katılacak olan insanların genel ilgi düzeylerini artırıcı çalışmalara önceden başlamak gibi..
Geride kalan 13 senelik GENÇ tarihine bakarak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bizlere ulaşan her davete bir şekilde icabet etmek en büyük mutluluklarımızdan biridir. “Hayır” deme lüksümüz yok, “işimiz var” bahanesine sığınmak doğru olmaz. Allah ömür ve imkan verdikçe, genç dostlarımızla bir arada olmayı, gençlik meselelerini istişare etmeyi arzu ederiz. Üniversite üniversite, şehir şehir seyahat etmek şükrümüzü arttırır, sorumluluğumuzu hatırlatır ancak. Allah layık eylesin, güç ve kuvvet versin, istikametten ayırmasın. (Türkiye Gençleşiyor sitesi üzerinden, çağrıldığı zaman gitmeye hazır, hem gönülllü hem de “kelam ehli” konuşmacılarımızı görebilirsiniz. www.turkiyegenclesiyor.com)
Bu aralar sıklıkla Şaban Ali Düzgün okuyorsunuz. Ne buldunuz Şaban Hocanın eserlerinde? Kur’an’dan başka kitap okumadığınız için takılıyordum arada size, yine gittiniz Kur’an’la, vahiyle ilgili kitapları buldunuz abi :)
Ruh çekiyor ruh. :) Doğrusu Yusuf, Şaban Ali Hoca’nın kalemi bence çok güçlü, anlatımı etkili, zor konuları ele alış biçimi ve yorumlama şekli ciddi anlamda ufuk açıcı. Bu manada istifade etmeye çabalıyorum. Kullandığı dil ve tercih ettiği üslup, bilginin ağırlığını kuşanmış ve ciddiyeti esas almış bir kişiliği yansıtıyor benim için, az bir şey değil bu. Bir de şu var, insanın bildiği sandığı şeyleri yeni bir terkiple ve bol ilhama vesile olabilecek şekilde okuması beni büyük oranda heyecanlandırıyor. Şaban Hoca yer yer sarsıyor, yer yer şaşırtıyor, yer yer acaba dedirtiyor bana, uzun zamandır bu üç hâli bir arada yaşatan kitaplar azdı hayatımda, sanırım bundan sevdim..
Yusuf Soruyor, Süleyman Ragıp Cevaplıyor
Üç kitabınızdan hangisi sizin için daha ayrı bir yerde? Üçü de aynı demeyin, biri daha farklıdır.
Hem soruyor hem cevabıma müdahale ediyorsun, içinde baskıcı bir adam olabilir Yusuf, dikkat et. :) Baht Meselesi sanırım daha yakın kalbime, içinde hüzün ve mâzi daha fazla diye.
Baskıcı değil de belki kontrolcü :) Tekrar tekrar dinlediğiniz müzikler var mı diyeceğim ama cevaptan çok korkuyorum :)
Alemsin Yusuf, nasıl bir cevap vereceğimi bilemez hâle getirdin beni. Şu sıralar dinginleştim, müzik azaldı, Kur’ân kıraati dinlemelerim çoğaldı sanki. Bir zamanlar Ciwan Haco’dan Xeribi sanırım beni alır alır götürürdü. Uzun zamandır da Michael Ortega’dan “Inception” açıyorum, özellikle yazı yazarken eşsiz bir arka fon oluyor.
İlgiyle takip ettiğiniz bir youtube kanalı var mı? (GENÇ TV hariç)
Mekteb-î Suffa
Alemin Sesleri
Awesome Quran
Fussilet Kuran Merkezi
Haramaininfo
Süleyman Ragıp Soruyor, Yusuf Cevaplıyor
Aşina Kitap’ın editörlüğü nasıl bir duygu Yusuf, azıcık anlatsan?
Çok güzel bir duygu abi. Hakikaten ömrümün en verimli yıllarını Genç Derneği’nde geçirdiğimi düşünüyorum. 18 ayrı kitabı yayına hazırlamak nasip oldu, hepsi birbirinden şahane. İnşallah onlarca kitaba daha vesile olma imkanımız olur.
Son nefesini vermek üzeresin, yanında da sadece kızın var, bir cümle ya kurabilecek ya kuramayacaksın, ne söylerdin ona?
Bereketli bir hayat dilerim sana.
Diline pelesenk ettiğin duaların var mı?
Rabbim, cennete götürecek sözleri ve amelleri artırmamı; cehenneme götürecek söz ve amellerden uzak durmamı nasip et. Bir de, Efendimiz’in Hz. Ayşe annemize öğütlediği bir duayı sıklıkla anmaya çalışırım: Rabbim sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizleri de affeyle.
Kalbini en çok ne kırar?
Çok değer verdiğim insanların ya da işlerin bereketsizleşmeye başlaması. Allah korusun.