
Tarihi bilgiye ulaşmak ve onu ortaya koymak kadar onu olduğu şekilde anlatmak da hayati bir değer taşır. Tarih yazmanın modern anlamda iki temel esası olan belge ve metot bu yüzden büyük önem arz etmektedir. Bununla beraber tarihi bilginin kaynaklarını öncelikle irdelemek gerekir. Diyelim ki 14. yüzyılda X ülkesinde hüküm süren Y hükümdarının yanında yer almış bir kalem ve kelam sahibi olan Z kişisi, tarihi hadiseleri not ediyor olsun. Bu Z kişisi aynı zamanda X ülkesinin hükümdarı Y’den de düzenli olarak bahşiş temin etsin. Hükümdarın sarayıyla beraber seferlerine katılsın. Uzun yıllar hüküm süren bu hükümdara çeşitli hizmetler de eden bu şahıs her yaptığı hizmet karşılığında da hiç şüphe yok ki çeşitli hak ve imtiyazlar elde edecektir. İnsanın fıtri yapısı da burada ortaya çıkacak, hükümdarın dönemini yazdığı eseri hiç şüphe yok ki bol mübalağalı ve mugalatalı olacaktır. Diyelim ki bu eser, o ülke ve o ülkenin hükümdarı adına en teferruatlı eser olsun. Peki, tarihçi bu eseri kullanmalı mı?
Tahlil ve Metot Şarttır
Tarihçi elbette ki o hükümdarı ve dönemini incelediği müddetçe bu eseri başucu kitapları arasına dahil etmelidir. Ama ondan gördüklerini doğrudan aktarmak veya her hadiseyi bu kaynak üzerinden doğrulamak/sağlamasını yapmak, en büyük hatası olacaktır. Tarihçiye ve hatta tarihi doğru anlamak isteyen dikkatli okuyucuya da düşen vazife bu eserin içerdiği bilgileri çağdaş kaynaklar ile mukayese etmek, birden fazla kaynağa başvurmaktır. O dönemin eserlerini irdeleyen, o döneme dair çalışmalar yapan uzman ve akademisyenlerin ortaya koyduğu çalışmalar da mezkûr zaman diliminin daha sağlıklı anlaşılması açısından isabetli bir metodolojik okuma ve yaklaşım olacaktır.